Türk Dil Bayramı, Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül 1932 tarihinden bu yana kutlanıyor. Kökenleri tarihin çok eski dönemlerine uzanan dilimizin için kabul edilen Türk Dil Bayramı’nın bu yıl 91. yılını kutluyoruz.
Türk Dil Bayramı nedir, önemi ne?
Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine dil işlerini yürütecek bir oluşumun kurulmasına karar verilmesi ile birlikte ilk kez 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dil Kurumu kurumu kuruldu. Sonrasında ise düzenlenen Türk Dili Kurultayı ise 26 Eylül’ü Dil Bayramı ilan etti.
DİL BAYRAMI TARİHİ
Türk Dil Bayramı
Bir milletin var olabilmesi için dilin en önemli unsur olduğuna inanan Atatürk, 11 Temmuz 1932 tarihinde bir akşam yemeğinde masadakilere dil işlerine yoğunlaşılması gerektiğini söylemesi üzerine Türk Dili Tetkik Cemiyeti adında 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk dili ile ilgilenen bir kurum kuruldu.
Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri İçişleri Bakanlığına giderek başvuruda bulunmasıyla kurulan kurumun adı sonradan Türk Dil Kurumu olarak değiştirildi. Kurumun oluşturulduktan sonra Türk Dil Kurultayı, birçok bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı gibi dönemin önde gelenleri katılır. Türk Dil Kurultaylarının Türk dilinin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi konusunda önemli bir yeri vardır.
Karamanoğlu Mehmet Bey
Karamanoğlu Mehmet Bey
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 mayıs 1277 tarihinde Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak, türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır. Mehmet Bey fermanında “Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda türkçeden gayri dil kullanılmaya… uymayanların boynu vurula….” diyerek türkçenin ve türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma şerefine erişmiştir.
Bu suretle resmi devlet işlerinde kullanılan arapça ve farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur. Mehmet Bey’in fermanı türk kültür tarihinin önemli olaylarından biridir. Günümüzde 13 mayıs tarihi her yıl Karaman’da dil bayramı olarak kutlanmaktadır.
Selçuklu’nun yıkılma döneminde dertlerini anlatmak için saraya giden ahali ne sultanla ne de vezirle anlaşabilmişlerdi. Saray türkçe bilmiyordu. Ancak bir tercüman vasıtası ile anlaşabilmişlerdi. Osmanlı’nın yıkılma dönemi de aynıdır. Saray osmanlıca denen arapça, farsça, türkçe karışımından oluşan garip bir dil kullanıyordu ve halk bu dili anlamıyordu.
Atatürk, türk dilinin yabancı sözcük ve kuralların istilasından kurtarılıp milli ve çağdaş bir dil haline getirilmesi amacıyla 12 temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik cemiyeti (Türk Dil Kurumu)’ni kurmuştur.
Cemiyetin kuruluşuyla birlikte çalışmalara hızla devam edilmiş, 26 eylül 1932’de istanbul dolmabahçe sarayı’nda türk dil kurultayı toplanmıştır. Kurultaya, çok sayıda bilim adamı, yazar, öğretmen, gazeteci, sanatçı ve devlet adamı katılmış, atatürk, kurultayı baştan sona kadar izlemiştir.
Türk Dil Kurultayı’nın toplandığı tarih olan 26 eylül, ülkemizde türk dil bayramı olarak kutlanmaktadır.
Türk tarihimizde ilk kez dile dayalı kapsamlı kültür hamlesi gerçekleştirilmiş, türkçe sadece devlet dili değil, aynı zamanda eğitim, bilim, kültür ve sanat dili de olmuştur. Bunu sağlayan hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk ‘tür.
Tûran’ın bir ili var
ve yalnız bir dili var.
başka dil var diyenin,
başka bir emeli var.
(bkz: ziya gökalp)
”Türk milletinin dili türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. Bir de türk dili, türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde ahlakını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin, dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/09/turk-dil-bayrami-kutlu-olsun-03.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2022-09-26 09:42:012023-09-27 09:53:09Türk Dil Bayramı Kutlu Olsun Karamanoğlu Mehmet Bey
Bandırma Vapuru Bu Gece Yola Çıkıyor 16 Mayıs 1919
Bandırma Vapuru Bu Gece Yola Çıkıyor
16 Mayıs 1919 Emperyalizme Karşı Verilecek İlk Ulusal Kurtuluş Savaşı İçin, Bandırma Vapuru, Bu Gece Yola Çıkıyor…
Bandırma Vapuru Tarihçesi ve Bandırma Gemi Müze
Bandırma Vapuru, IX. Ordu Kıtaatı Müfettişliği görevini icra edecek olan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarını 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştıran ve Türk Millî Mücadelesinin Anadolu üzerinden başlatılmasında çok önemli bir görevi yerine getiren vapur olarak tarihimizdeki yerini almıştır. Zira Bandırma Vapuru, Millî Mücadele’nin Anadolu içlerine doğru ilerleyip tüm yurda yayılmasında büyük görevleri üstlenecek olan önemli subayları, yani Mustafa Kemal Paşa ile Karargâh Heyetini, üç günlük deniz yolculuğunun ardından İstanbul’dan Samsun’a getirmiş ve adeta bir Millet’ in kaderini taşıyan vasıta olmuştur.
İngiliz tersanelerinde inşa edilen Bandırma Vapuru’nun ilk sicil kaydı şöyledir:
Glasgow/Paisley’de yer alan McIntyre & Co. Shipbuilding Co. şirketinin Phoenix Works Tersanesi kızaklarında 21 Kızak No’su ile inşa edilen demir gövdeli, buharlı pervaneli genel yük / yolcu gemisi, “Trocadero” adıylaTemmuz 1878’de denize indirildi.
Ağırlık ve uzunluk ölçüleri ise şöyledir:
328 grt., 192 nrt., Tam boy: 150.1 ft., Genişlik: 22.4 ft., Derinlik: 11.4 ft. ve Glasgow, Hutson&Corbett yapımı 2 genişlemeli buhar ana makinesi 60 hp. güç üretiyordu.
Trocadero’nun (Bandırma Vapuru) İlk armatörlük firması Londra merkezli Dansey & Robinson idi. 14 Ağustos 1876 tarihinde Londra limanına tescil edildi.
1880’de Londra merkezli W. H. Solas satın aldı. Geminin adı değiştirilmedi.
1883’de Pire merkezli H. Psicha satın aldı. Gemiye “Kymi” adı verildi.
1888’de Pire merkezli E. Arvaniti satın aldı.
Kymi (Bandırma Vapuru), 16 Aralık 1891’de Erdek seferi sırasında seyir hatası olarak Erdek’te kayalıklara bindirdi ve baş taraftan oturdu. Tam kayıp sayıldıysa da, Kaptan Andreadis satın aldı ve gemiyi oturduğu yerden kurtardı. Yedekleyerek İstanbul Haliç’te onarıma aldı.
1892’de Pire merkezli G. & P. Dandelo (G. Dandelos ve P. Dandelos) firması gemiyi satın aldı ve “Panderma” adını verdi.
1894’de Panderma’yı İstanbul’da İtalyan alım satım brokeri olan Rama P. D’Erasmo satın aldı.
1894’de Gemi, Osmanlı İdare-i Mahsusa ’ya satıldı ve vapura “Bandırma” adı verildi.
1910 yılında Bandırma Vapuru Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne devredildi.
Bandırma Vapuru, I. Dünya Harbi nedeniyle nakliye gemisi olarak hizmete alındı. Ağustos 1915’te Marmara’da konvoy halinde seyrederken İngiliz HMS E-14 denizaltısı tarafından atılan torpidonun isabet etmemesi sayesinde batmaktan kurtuldu.
16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra İstanbul Galata Rıhtımından Mustafa Kemal Paşa ve maiyetindekilerle hareket ederek 19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı saat 08:00’da Tütün İskelesi’nden Samsun’a ulaştırmak suretiyle Millî Kurtuluş Mücadelesinin efsane gemisi haline geldi.
1923’de Bandırma Vapuru Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’ne devredildi.
1924’de hizmet dışı bırakıldı.
1925’de Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’nin kararıyla Haliç, Balat Köprübaşı Bereket Sokağı sahilindeki gemi hurdacısı Hüseyin İlhami Söker’e satıldı ve sökülerek yok edildi.
1999 yılında dönemin Samsun Valisi Metin İlyas Aksoy tarafından alınan kararla Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Samsun İl Özel İdaresi tarafından şu an bulunduğu yerde 300 günde aslına uygun biçimde inşa edildi. 2003 yılında Samsun Valiliği tarafından halkın hizmetine açıldı ve 2005 yılından itibaren tüm hakları Samsun Büyükşehir Belediyesine devredildi. SBB tarafından 10 aylık çalışma sonucunda Müze çevre düzenlemesi yapıldı. 2005 yılından itibaren SBB Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı tarafından müze olarak işletilmektedir. Devamı
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2022/05/bandirma-vapuru-3.jpg620950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2022-05-16 15:33:562023-12-01 14:12:31Bandırma Vapuru Bu Gece Yola Çıkıyor 16 Mayıs 1919
10 Kasım 2021 Perpa Mustafa Kemal Atatürk Anma Töreni
10 Kasım 2021 Perpa Mustafa Kemal Atatürk Anma Töreni
10 Kasım 2021 Perpa
Cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk’ ün, aramızdan ayrılışının 83. yılında Perpa Ticaret Merkezi’nde bir tören düzenlendi.
Anma törenine Perpa Ticaret Merkezi A Blok Başkanı Hasan Sezgin, Perpa B Blok Başkanı Hacı Demir Perpa A Blok Yönetim Kurulu Üyeleri, Perpa B Blok Yönetim Kurulu Üyeleri, Çalışanlar ve Perpalılar katıldılar.
Perpa Ticaret Merkezi 8. Kat Atatürk bütünün önünde yapılan anma töreni saat 8:55’de çelenklerin konulmasıyla başladı. Çelenklerin konulmasından sonra, Perpa Ticaret Merkezi B Blok Başkanı Hacı Demir, Atatürk’ü anlattı.
Anma töreninin sunumunu yapan Anı Sağkan Konuşması
Türkiye, konumu ve temsil ettikleri nedeniyle dünyanın önemli denge noktalarından biri. Bu toprakların güçlü, bağımsız ve barışçıl kimliğini kaybetmesi; kurulu sistemlerin domino taşları gibi devrildiği bir etkiye neden olur.
Günümüz teknolojisinin geldiği boyut düşünüldüğünde oluşabilecek yıkımın boyutlarını tahmin bile edemeyiz. Bu açgözlü kıyametten en çok zararı da anamız doğa ve insanoğlunun her şeyden çok sevdiğini söylediği çocuklar görecek.
Aslında söylediğim biraz gözlemle her insanın düşünebileceği basit bir çıkarım. Ama hırs ve ego insanlığı kör ediyor.
Dünyanın kaderini belirleyen bu topraklarda, neden türklerin yaşadığını hiç düşündünüz mü? Dünyanın yükünü mitolojinin atlas’ı gibi neden biz taşıyoruz? Kaç kere küllerimizden yeniden doğduk ve kaç kere yeniden devlet kurduk? Muhtaç olduğumuz kudret ise damarlarımızdaki asil kanda yani genetiğimizde mevcut.
Atatürk, yüksek dehası ve öngörüsü ile sadece yaşarken değil vefatından sonra da bize kim olduğumuzu, görevimizi hatırlatmaya devam ediyor. Hayatı, sözleri ve yapıtlarıyla asla ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini söylüyor.
İnançlı özümüzü bilim ve sanatla besleyecek yurtta ve dünyada barışı, dengeyi koruyacağız. Atamız bizi çok iyi tanıyordu. Anne babanın çocuklarını tanıdığı gibi… bizim iyi, kötü yanlarımızı, eksikliklerimizi ve güçlü yönlerimizi biliyordu.
Bize verdiği öğütlerin nedenlerini gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz. Ergenlikten olgunluk yıllarına geçen bir evlat kadar iyi anlıyoruz. Bakın mustafa kemal atatürk kaleme aldığı şiirinde, halkına inancını nasıl dile getiriyor.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları
Avrupa’nın alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz
Nerede olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendilerini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biziz.
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar.
Ey yığın yığın insan gafletleri.
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede?
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal Atatürk
Ebediyete intikal edişinin 83. Yılında atamızı saygı ve minnetle anıyoruz.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2021/11/10-kasim-2021-perpa-2.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2021-11-12 12:59:002023-12-02 12:02:0710 Kasım 2021 Perpa Mustafa Kemal Atatürk Anma Töreni
İzmir’in Kurtuluşu 9 Eylül 1922 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz harekâtı sonucu Türk ordusu Yunan işgali altındaki İzmir’e 9 Eylül 1922’de girmiştir
İzmir’in Kurtuluşu 9 Eylül 1922 Kutlu Olsun
İzmir’in Kurtuluşu
İzmir’in Kurtuluşu, 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz harekâtı sonucu Türk ordusunun Yunan işgali altındaki İzmir’e 9 Eylül 1922’de girmesini belirten tarih terimidir.
Mudanya Ateşkes Antlaşması ve sonrasında Lozan Barış Antlaşması’na uzanan süreci başlatması dolayısıyla Millî Mücadele’nin sona ererek Türk milletinin kurtuluşu ve bağımsızlığını elde edişinin simgesi olmuş çok önemli bir tarihi olaydır.
İzmir’in Kurtuluşu Arka plan
İzmir’in Kurtuluşu 9 Eylül 1922
İzmir’in, 15 Mayıs 1919 yılında Yunan güçleri tarafından işgal edilmesi, Anadolu’da Millî Mücadele’nin başlamasında önemli bir aşama olarak kabul edilir. O tarihe kadar Anadolu’da işgallere karşı dağınık olan düşünce ve örgütlenme biçimleri mevcuttu. İzmir’in işgali Anadolu insanın direniş ve karşı koyuş düşüncesini körüklemiş, İstanbul’da başlayan işgali protesto mitingleri Damat Ferit Hükûmeti’nin düşmesine sebep olmuş; örgütlenme ve protesto mitingleri Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmıştı.
Artık İzmir, Anadolu harekâtı için temel sembollerden biri haline getirilmişti ve İzmir’in işgaline karşı protesto mitingleri, her yıl işgalin yıl dönümlerinde, Anadolu’nun çeşitli kent ve kasaba merkezlerinde tekrarlanmakta; konu sürekli gündemde tutulmaktaydı. Birinci İnönü, İkinci İnönü, Aslıhanlar-Dumlupınar ve Sakarya Meydan Muharebelerinde Millî Mücadele’nin kazanılmasında önemli adımlar atılmıştı.
Tarihçe
İzmir’in Kurtuluşu
Türk ordusu tarafından 26 Ağustos 1922’de başlatılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın son safhası idi. Kesin sonuç beş gün içinde elde edildi; 30 Ağustos’ta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ordulara bir bildiri yayımlayarak tarihî “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verdi ve 2 Eylül’de Uşak’a girildi. Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde kendisinin de haberdar olmadan Yunanistan Küçük Asya Ordusu’nun Başkomutanlığı’na getirilmiş General Nikolaos Trikopis tutsak edildi.
Türk birlikleri, İzmir’e doğru hızla ilerledi. Yunan birlikleri ve Rum siviller Anadolu’dan çekildiler. 9 Eylül 1922 sabahı Ahmet Zeki Bey komutasındaki 2. Süvari Fırkası, ardından Mürsel Paşa komutasındaki 1. Süvari Fırkası birlikleri İzmir şehrine girdi. Ardından 5. Süvari Kolordusu Komutanı Mirliva Fahrettin Paşa, komutasındaki birliklerle saat 10:00’da İzmir’e girdi.
İkinci Tümen’in öncülüğünü yapmakla görevlendirilen Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin Bey’in komutasında yaya olarak en önde giden sekiz er, Bornova’dan Halkapınar’a ilerleyişi sırasında Punta’daki Tuzakoğlu fabrikasına yaklaştıkları sırada fabrika pencerelerinden ani bir ateşe uğramıştır.
Bu olayda 4 asker hayatını kaybetti ve hemen orada defnedildiler. İzmir’in kurtuluşu sırasında can veren askerlerin isimleri şöyledir: Akşehirli Bekiroğlu Mehmet, Antalyalı Ömer oğlu Hakkı (Sarıarslan), Nevşehirli Ahmet oğlu Seyit Mehmet ve Nevşehirli Ahmet oğlu Ahmet.
İzmir’in Kurtuluşu
Konak’a ulaşmayı başaran Şerafettin Bey, Hükümet Konağı önünde göğsüne isabet eden mermilerle yaralanmıştı ancak Konağa girip balkona Türk bayrağını dikebildi. Hükûmet Konağı’na bayrağın dikilmesinin hemen ardından Yüzbaşı Zeki komutasındaki süvari birliği Hükûmet Konağı’nın hemen sağında yere alan ve günümüze ulaşmayan Sarıkışla’ya, Üsteğmen Arif ve Takım Komutanı Celal Bey ile Yedeksubay Besim Efendi’nin de Kadifekale’ye bayrağı çekmesi ile İzmir’in işgalden kurtuluşu ilan edilmiş oldu.
Birinci Süvari Tümeni Komutanı Mürsel Paşa bir Fransız harp gemisi telsizi vasıtasıyla, İzmir’e girildiğini Ankara’ya bildirdi. Belkahve’den tarihi günü izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Fevzi ve İsmet Paşalar olduğu halde, 10 Eylül sabahı İzmir’e girdi ve Fahrettin Paşa ile buluşarak doğruca Hükûmet Konağı’na gitti. Konağın balkonundan, başarıyı millete mal eden kısa bir konuşma yaptı.
Mustafa Kemal Paşa’nın ordulara 1 Eylül’de verdiği tarihi emirle başlayan ve 18 Eylül 1922 tarihine kadar yapılan “Takip Harekâtı” ile bütün Batı Anadolu’daki Yunan askerleri, Türk sınırları dışına çıkarılmıştır. Takip Harekâtı’nın başarı ile sonuçlanması sayesinde İzmit bölgesinden İstanbul Boğazı’na, Balıkesir bölgesinden Çanakkale Boğazı’na kadar Türk ordusu için hayati önem taşıyan diğer stratejik hedefler de İtilaf Devletlerinin işgalinden, olaysız olarak ve barış yoluyla kurtarılmıştır. Türk ordusunun kazandığı bu zafer, Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci başlatmış; Türkiye, Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan sonra 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayarak bağımsızlığını kazanmıştır.
9 Eylül Anıtı
9 Eylül Anıtı
9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtuluşu sırasında şehit düşen dört askerin anısına, defnedildikleri Halkapınar Şehitliği’nde Dokuz Eylül Anıtı yaptırılmıştır. Şehitlikte Şair Necmettin Halil Onan’ın ünlü “Bir Yolcuya” adlı şiiri bir mermer üzerine yazılıdır.
Basın yansımaları
İzmir’in kurtuluşu haberleri 10 ve 11 Eylül tarihlerinde Anadolu basınında yer almıştır. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin ilk sayfasında İzmir’in kurtuluşu haberi “Süvarilerimiz Cumartesi günü öğleden evvel 10:30’da İzmir’e girmişlerdir. İzmirliler bu suretle Yunan kâbusundan kurtulmuşlardır” başlığı ile verilmektedir.
13 Eylül tarihinden itibaren ise gazeteler Türk ordusunun İzmir’e girişi ilgili bilgilere yer vermişler; ilerleyen günlerde ise ordunun İzmir’e girişi sırasında yaşanan olaylar anlatılmıştır. Mustafa Kemal’in İzmir’e gelişiyle ilgili haberler ise genellikle 13-14 Eylül tarihlerinden itibaren verilmeye başlanmıştır. İzmir Yangını ile ilgili bilgiler basında 14 Eylül tarihinden itibaren yer almıştır.
10 Eylül 1922’de New York Times gazetesinde yayımlanan haberde, Fransız Deniz Kuvvetleri Bakanlığı’nın aldığı haberlere göre, İzmir’e giren Türk birliklerinin düzgün davranış sergiledikleri belirtilmiştir.
İzmir’in kurtuluşu ardından Mustafa Kemal Paşa, yabancı basını kabul ederek görüşlerini açıklamıştır. Bunun ardından 1 Ekim 1922 New York Times gazetesinde o zamana kadar olan kendisiyle ilgili en geniş haber-yorum yayınlanmıştır. Gazetede tam sayfa çıkan bu haberde, 41 yaşındaki Mustafa Kemal Paşa portresi ve “Küllerinden Doğan Türkiye” karikatürü de bulunmaktadır.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2021/09/9-eylul-izmirin-kurtulusu-kutlu-olsun-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2021-09-09 11:28:192023-12-01 14:24:55İzmir'in Kurtuluşu 9 Eylül 1922 Kutlu Olsun
Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün, düşman birliklerini Anadolu’dan çıkarmak amacıyla başlattığı harekât sonucu işgalci birlikler Anadolu topraklarından sürüldü.
30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun
30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun
Atatürk’ün başkomutanlığı sırasında yapıldığı için ”Başkomutanlık Meydan Muharebesi” adıyla da bilinen Büyük Taarruz’un başarıyla sonuçlanmasının ardından Yunan Orduları İzmir’e kadar takip edildi ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden kurtarıldı. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşti ancak 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. İlk kez 1924 yılında Afyon’da ”Başkumandan Zaferi” adıyla kutlanan 30 Ağustos günü, Türkiye’de 1926’dan itibaren ‘ ‘Zafer Bayramı”adıyla kutlanmaya başlandı.
TAARRUZ AFYON’DAN BAŞLADI
Zafer Bayramı Kutlu Olsun
Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk ordusunun işgalci kuvvetlere kesin ve son hamleyi gerçekleştirmek ve düşman birlikleri Anadolu’dan atmak için planlanmış gizli bir harekâttı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20 Temmuz 1922’deki oturumunda kendisine dördüncü kez Başkomutanlık yetkisi verilen Mustafa Kemal Atatürk, taarruz kararını Haziran ayında aldı ve hazırlıkları gizli olarak yürüttü. Büyük Taarruz, Ağustos’un 26’sını 27’sine bağlayan gece Afyon’da başladı, Aslıhan civarında kuşatılan düşman birliklerinin, Mustafa Kemal Paşa’nın idare ettiği Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde imha edilmesi ile Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandı.
İLK KEZ ”BAŞKUMANDAN ZAFERİ” OLARAK KUTLANDI
Zafer Bayramı
30 Ağustos Zafer Bayramı, ilk olarak 1924’te Dumlupınar’ın Çal Köyü yakınlarında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in katıldığı bir törenle ”Başkumandan Zaferi” adıyla kutlandı. Zaferi kutlamak için iki yıl beklemenin nedeni ise, 1923 yılının yeni Türkiye için hem ulusal hem de uluslararası alanda yoğunluğun fazla olmasındandı. Dumlupınar’ın Çal Köyü’nde gerçekleşen ilk törende Mustafa Kemal, milli ruhun canlı tutulmasının önemini vurguladı ve ”Meçhul Asker Abidesi”nin temelini eşi Latife Hanım ile beraber attı.
30 AĞUSTOS ”TAYYARE BAYRAMI”
Mustafa Kemal Atatürk
1926 yılından itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanan Başkumandan Zaferi’nin, 1 Nisan 1926’da kabul edilen Zafer Bayramı Kanunu’yla, 30 Ağustos Başkumandan Muharebesi gününün Cumhuriyet ordu ve donanmasının Zafer Bayramı olduğu, her yıl dönümünde bu bayram gününün kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından kutlanacağı belirtildi. Dönemin Savunma Bakanı Recep Peker yayınladığı bir genelge ile bayram törenlerinde neler yapılacağını detaylı bir şekilde belirtti. Hava Kuvvetlerinin ülke savunmasında önemli bir yeri olması nedeniyle, Tayyare Cemiyeti de 30 Ağustos tarihini “Tayyare Bayramı” olarak adlandırdı.
30 Ağustos Zafer Bayramı ABDULLAH GÜL İLE BİRLİKTE DEĞİŞTİ
1930 yılının ardından, Zafer Bayramı için özellikle 1960’lardan itibaren daha kapsamlı ve katılımlı bir şekilde kutlamalar yapılmaya başlandı. 30 Ağustos, Türkiye’de askeri okulların mezuniyet törenlerini yaptıkları gün oldu ve ayrıca tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur. Zafer Bayramı uzun yıllar Genelkurmaybaşkanı’nın tebrikleri kabul ettiği bir bayram olarak kutlandı fakat bu durum Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başkomutan sıfatıyla kutlamalara ev sahipliği yaptığı 2011 yılından itibaren değişti.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/08/30-agustos-zafer-bayrami-20192.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2021-08-28 10:39:072023-12-01 14:29:0930 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun 2021
Çanakkale Geçilmez Çanakkale Zaferimizin 106. yıldönümünde başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.
Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Geçilmez
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Çanakkale Zaferimizin 105. yıldönümünde başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Vatan size minnettardır.
Çanakkale Savaşı
Seyit Onbaşı
Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşırken 1915- 1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür.
Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Havada Çarpışan Mermiler
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir.
Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır.
Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır.
Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir.
Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı.
Batan İngiliz Gemisi
O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır.
Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.
Hesaplaşma
Savaş Öncesi Avrupa Devletlerinin Genel Durumu
Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa kendi sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Diğer yandan Almanya- Fransa ve Rusya- Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu.
Bu olay üzerine Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan “üçlü ittifak devletleri” bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan “üçlü itilaf devletleri” sonunda taraflar Avrupa’yı ikiye bölmeyi başarmışlardı. Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı.
Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü en geniş sınırlarına sahip olmuş, her çeşit millet ve inanışı içinde barındıran ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu.
Son olarak Trablusgarp savaşı ve Balkan savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, diğer ülkelerin nezdinde ki saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.
Osmanlı – Alman İttifakı
Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya’ya sahip olmak istiyordu.
Birinci dünya savaşının patlak vermesinin ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru itti ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Osmanlı – Alman ittifakı kesinleşmişti. Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan Goben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisini boğazlardan geçmesine izin verir ve Boğazları tüm yabancı gemilere kapatır.
Goben ve Breslau boğazlardan geçmesi İtilaf devletlerinin tepkisine yol açmıştı. Bu gemilerin Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a geçmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı devleti, Boğazlar antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman donanmasına bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı.
Bunun üzerine Osmanlı devleti, bu iki gemiyi daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanmasına katılmış olur. 27 Eylül 1914’te Amiral Soucgon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’e Ruslara ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşı içine çekilmiş olur.
İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca Boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti.
Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı. Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş açma kararı aldı ve bu karara Fransa’da katıldı.
Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman Orduları, Fransız-İngiliz savunmasını yaramamışlar, tüm Batı Cephesi’nde cepheler kilitlenmişti. Bu durum Almanya açısından Batı Cephesi’ndeki savaşta kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu.
Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapmaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Fransa ve İngiltere’nin desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır.
Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir. Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise aynı şekilde Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur.
Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekatı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı Devleti’nin askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca “hasta adam” olarak görülen yaşlı Osmanlı Devleti’nin boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir.
Eğer boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir.
Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur. Bu tespit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştı.
Ayrıca İngiliz donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekata girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlara yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır.
Rusya ile bağlantının bu şekilde boğazların kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır.
Çanakkale Geçilmez – Deniz Harekatı
Winston Churchill
Dünyadaki bütün denizlere hakim olmaya çalışan İngilizler, boğazları ele geçirmek için donamanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’in şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi.
Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf devletlerinin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşılacağını bilmiyordu.
17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral de Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulanmaya konuluyordu. Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Queen Elizabeth Zırhlısı
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemilerinden oluşan 1. tümen saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi.
Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12:00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı.
Plana göre büyük savaş gemilerinden oluşturulan 3. tümen, 1. tümenin arkasından harekete geçti ve hat önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında hatta vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu.
3. tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George hattın kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye Tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. tümen 3. tümenin yerini alacak ve kurulan B hattından son olarak yakın muharebe yapılarak tabyalar içinden olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı.
Çanakkale’de Askerlerimiz
Fakat 3. tümenin yerini alacak 2. tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla Boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye Tabyasınca ateş altındayken 3 dakika içinde sulara gömüldü. İtilaf donanmasında büyük bir şaşkınlık yaşanıyordu.
Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12:30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15:30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada ya ulaştı. 2. tümen İngiliz gemileri, 3. tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı.
Saat 14:30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah Tabyasını bombardıman ediyorlardı. Saat 15:00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışı kalmıştı.
Seyit Onbaşı’dan daha sonra aynı topu bir daha kaldırması istenmiş fakat kaldıramamıştır. Bu nedenle tahtadan yapılmış bir topla fotoğraf çektirmiştir.
Siperde Mustafa Kemal Atatürk
Anadolu Hamidiye Tabyası hasar görmemişti ve İrrisitible’a ateş ediyordu. Saat 15:14’de İrrisitible’de korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16:15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. tümenin geri çekilmesi için emir verdi.
Bu sırada Seyit Ali Onbaşı tek başına taşıdığı 215 kg’lık topu kundağa yerleştiriyor ve Ocean’ı durmadan yaralıyordu. Bunun üzerine bir de 18:05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarptı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından kurtarıldı. 18 Mart’a yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı.
Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, De Robeck ve Churchiil gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu. Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti.
Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara harekatına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale’de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman Von Sanders getirilmiştir. Kıyılar dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan Yarbay Mustafa Kemal’di.
Çanakkale Savaşı – Kara Harekatı
Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekatı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekatı’na çevirmişti. Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu Yarımadası’nı işgal etmek mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilir. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.
Londra’da ise, harekatı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi. Bir kara ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla beraber son karar, savaş bakanı Lord Kitchener’in di. O ise, ısrarla elinde birlik olmadığını söylüyordu, ama seçkin bir birlik olan ve İngiltere’de bulunan 29’ncu Tümen’e hiçbir görev verilmemişti.
Nihayet Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk edileceğini, Çanakkale’de bulunan deniz piyadelerine Gelibolu Yarımadasının temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde bulunan İngiliz generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
Çanakkale Geçilmez
General Sir William Birdwood
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart da 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenleri vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekatını geri bırakılmasını, bu surette Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu.
O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan sefer kuvvetleri’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
Bu savaş kimi zaman çıkartmalarla kimi zaman kanlı boğuşmalarla ama genelde siper savaşları dediğimiz psikolojik bir harekata da dönüşecektir. Kara savaşları 25 Nisan sabahı başlayıp 9 Ocağa kadar devam edecektir. Her iki tarafın toplam yarım milyona yakın zayiat verdiği, dünya tarihinde bir eşi olmayan bir savaş yaşanmıştır. 18 Marttaki mağlubiyete bizzat şahit olan Hamilton, yenilginin nedenini ve bundan sonra nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini konusunda fikirleri değişmiş ve donanmasının bu işi tek başına becerecek durumda olmadığı kanaatine varmıştı.
İtilaf devletleri karadan yapılacak harekat için hazırlıklara vakit kaybetmeden başlamışlardı. Deniz Tümeni’ni taşıyan 14 nakliye gemisi, 27 Martta Mısır’ın Port Sait Limanı’nda toplanmış, ertesi gün de 29. Tümen ile Fransız kuvvetlerini taşıyan 50 kadar gemiden oluşan armada, İskenderiye’ye varmıştı. Mısırda hazırlıklar devam ederken 75.000 kişiyi bulan birliklerin nakli ancak 22 Nisana kadar tamamlanmıştır.
25 Nisan 1915 Kara Taarruzu
Limni Adası’nda günlerini tatbikat yaparak geçiren müttefiklerin harekat günü 23 Nisan olara belirlenmiş olsa da hava muhalefeti nedeniyle çıkartmayı 48 saatlik bir gecikmeyle 25 Nisan da yapmaya karar vermişlerdir. Seddülbahir’den Bolayır’a kadar şiddetli bombardımanla beraber 25 Nisan sabahı saat 05:00’te düşmanın birçok yerde çıkarmaya başladığı haberleri gelmeye başladı.
Liman Paşa, düşüncesinde ısrar ederek, gelen raporları kurmayları ile değerlendirmemiş, hatta bu durumu memnuniyet verici olarak değerlendirmiştir. Liman Paşa, fikrinde ısrarı günün bütününde de sürmüş, Alman yaveri Prigge ile Bolayır kıyılarında akşama kadar çıkarma gösterisini izlemekle yetinmiştir. Seddülbahir’den gelen raporlar üzerine durumun kritik bir hal alması üzerine 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa asıl çıkartma yerleri hakkında Liman paşayı ikna etmeye gitmişti.
Liman Paşa, Bolayır’da akşama kadar beklemeyi tercih etmiştir. Halbuki, düşmanı Seddülbahir’de karşılayan 9. Tümen Komutanı Sami Bey, alınacak son önlemleri belirterek, takviye beklemiştir.
Anzak Koyu, 25 Nisan 1915
Diğer yandan Arıburnu sırtlarından da düşmanın ilerlemesi, 9. Tümen’in 27. Alay’ını harekete geçirmesi ile durdurulmuş olmakla beraber durumunun kritikliği devam etmektedir. Arıburnu çıkartmasında General Birdwoord yönetiminde ki Anzak Kolordusu’na bu görev verildi. Ancak kolordunun hedefi Kabatepenin Kuzeyinde karaya çıkmak, sol tarafını emniyete alarak Maydos’a doğru doğu istikametinde yürümekti.
Anzak Kolordusu’nun gerçekleştireceği bu çıkarma, Avustralya ve Yeni Zelanda tarihi gibi Türk tarihi açısından da büyük öneme sahiptir. Zira Boğaz’ın kilit noktası, Kilitbahir platosunun muhafazası için önemli bir konuma sahip olan Kocaçimen ve Conkbayırı tepelerine hakim olma mücadelesi sahnelenecekti.
Anzakların “Gun Ridge” adını verdikleri Kavaktepe, Conkbayırı, Kocaçimentepe hattını hızla ele geçirmek suretiyle ilk örtme kuvvetinin hemen arkasından karaya çıkacak ana kuvvetin, nispeten daha az arızalı araziyi aşarak Maltepe ve Maydos’a hızla ilerlemesi için yol açılmış olacaktı. Böylece Seddülbahir’deki Türk birliklerinin geri irtibatı tamamen kesilecekti.
Çanakkale Geçilmez Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kitre Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur. bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kitre Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadındaki 2 İngiliz tugayı, sağ kanadında ise 5 Fransız taburu taarruza katılmıştır. Türk savunması İngiliz taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir.
Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefikler taarruz çıkış hatlarına geri çekilmişlerdir. Türk kayıpları 2.380, müttefik kayıpları ise 3.000’dir.
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kitre Muharebesi’dir. 8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası”, en soldan taarruz edecek olan bir İngiliz tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir.
Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekata girişememişlerdir. Türk ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Türk tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır.
Balonlarla yapılan hava keşfi de Türk mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle karşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı 6.500, Türk kaybı ise 2.000’dir.
Müttefik kuvvetlerinin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kitre Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Türk cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Türk siperlerine girmişlerdir.
Yarbay Selahattin Adil siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki 12. Tümen’in karşı taarruzuyla bir siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Türk siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Türk hatlarının kırılması önlenmiştir.
Türk cephesi, Kitre Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Türk 9. Tümen’in saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki П. Tümen’in taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir.
6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalara geçmiştir. Üçüncü Kitre Muharebesi’nde müttefik kayıpları 7.500, Türk kayıpları ise 4.500 yaralı, 4.500 şehittir.
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutanı H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (sikler merkezi) oluşturulacaktı.
Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır.
Muharebelerde Fransız kayıpları 2.500, Türk kayıpları ise 6.000 kişidir.
Bir sonraki Zığındere Harekatı, bu kez cephenin sol kanadında taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca iç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektedir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki 11. Tümen’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır.
Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Türk siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. bombardıman sonrasında Türk ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır.
800 metre mesafedeki Kitre Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Türk karşı taarruzları başlamıştır. Siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır.
Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü ilk kez yenilenen Türk taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in 5. Tümen’in Zığın sırtına ve Albay Nicola’nın komutasındaki 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştır.
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür.
Hazırlık ateşi ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmasının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. İkinci girişilen İngiliz taarruzu, Türk topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Türk siperlerinde tutunmayı başarmıştır.
iki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Türk kayıpları ise 9.700’dür.
Bu muharebeler sonunda Sedülbahir Cephesi’nde Türk kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkartma yapmayı planlamıştır. Bu çıkartma harekatının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekatı ile aynı tarihte uygulamasına karar verilmiştir.
Ayrıca Türk savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kitre Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı İngiliz birliklerinin taarruzlarıyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır.
Taarruzun ikinci günü girişilen İngiliz taarruzları, Kitre Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir. Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan İngiliz taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sir Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi’nde hiçbir askeri harekata girişilmemesi emrini vermiştir.
Arıburnu Cephesi
Arıburnu Cephesi’nde 25 Nisan 1915 sabahı çıkartma yapılan Anzak Kolordusu örttü kuvvetleri, sahildeki Türk gözetleme postalarını atarak bir köprübaşı oluşturmuşlardır. Sahile çıkan örtü kuvveti, üç koldan sırtlara ilerlemiştir. Sırtlardaki Türk direnişi, ileri harekatı yer yer engelliyor, genel olarak geciktiriyordu ama sahil tehdit edecek bir harekat gösteremiyordu.
Buna karşın sırtlarda yer yer süren çatışmalarda Anzak kayıpları artmakta, sahile yağan takviye talepleri karşısında çıkan tüm birlikler derhal ateş hattına gönderilmektedir, sahilde ihtiyat tutulamamaktadır. Anzak mevzilerine taarruza girişmiştir. Bu taarruzla Anzak birlikleri sırtın batı yamaçlarına çekilmişlerdir.
Ordu ihtiyatındaki 19. Tümen komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal çıkartma başladığı sıralarda 57. Alay ve bir topçu bataryasıyla Conk Bayırı’na hareket etmişti. Karargahta, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya kararını anlatmıştır. Esat Paşa, bu kararı onaylamış, Albay Halil Sami Bey’in 27. Alay’ını da yarbayın komutası altına vermiştir.
Esasen 19. Tümen, ordu ihtiyatıdır, ancak Mareşal Sanders’le halen temas kurulamamış olması nedeniyle Esat Paşa, kendi inisiyatifini kullanarak tümeni komutası altına almış ve Mustafa Kemal’in görüşü yönünde görevlendirmiştir.
Bu arada Kılıçbayır yönüne sevk edilen Avustralya birlikleri, bölgeye ulaşır olaşmaz muharebeye sürülmektedir. Çünkü Türklerin sırtlardan aşağı akıp cephe hattını kırmaları an meselesi olarak görünmektedir. 19. Tümen’e bağlı dört alayın bölgeye intikali ardından Türk Arıburnu Kuvvetleri Yarbay Mustafa Kemal Bey emriyle saat 15:30 dolaylarında yeniden bu kez toplu olarak taarruza geçmişlerdir.
General Hamilton anılarında şöyle anlatır. “Gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.” Bu taarruzun sonucunda Kılıçbayır’ın iki yanından gelişen Türk taarruzları karşısında Kılıçbayır ve hemen güneybatısındaki Cesaret tepe kesin olarak Türklerin eline geçmiştir.
Düztepe’nin alınması, Türk birliklerine Kılıçbayır üstünden Anzak sahiline geniş bir taarruz hattı açmıştı ama, Türklerin zaten ellerindeki az bir kuvvetle yaptıkları bu taarruzu sürdürecek kuvvetleri yoktur. Anzak cephesindeki bu gedik, savaş boyunca kalmıştır.
Harekatın ilk günüde karaya çıkartılan asker sayısı 15.000’dir. yaklaşık 2.000’i ölü olmak üzere kayıplar 3.500’dür. gece yarısına doğru Anzak Kolordusu Komutanı Birdwood, emrindeki her iki tümen komutanın da tahliyeden yana olduklarını, kendisinin de bu görüşü paylaştığını General Hamilton’a bildirmiştir.
Anzak ordusu gün boyu süren çatışmalardan dolayı bitkindir, morali düşüktür, birlikler halen dağınıktır. Gün boyu süren Türk taarruzları, Anzak cephesinin kuzey batı kesimindeki sırtta (Kılıçbayır) bir gedik oluşturmuştur. Bu gedik Anzak çıkartma bölgesi için bir tehdit oluşturmaktaydı.
Gece boyu takviye alan Trük kuvvetlerinin etkin biir topçu desteğiyle sabah girişecekleri bir karşı taarruza kesin gözüyle bakılmaktadır. Ordunun bu haliyle bu saldırıyı göğüsleyemeyeceğinden, sahilde imha edileceğinden korkulmaktadır.
Amiral Thursby ise tahliyenin çok fazla kayba neden olacağını, pozisyonu korumanın daha iyi olacağı görüşündedir. General Hamilton, sahilde kalınarak birliklerin direnmeye devam etmesine karar vermiştir.
Takviye olarak bölgeye gönderilen İngiliz 9. Kolordusu’nun Suvla Koyu’na çıkartma yaptığı 5-6 Ağustos gecesi, bir Anzak tümeni gece yürüyüşüne geçmiştir. Hedefleri, Kocaçimen Tepesi-Besim Tepe-Conk Bayırı hattıdır. Sarı Bayır Harekatı olarak bilinen harekatta Anzak birlikleri sırtlara kadar yaklaşabilmiş ama sırtları alamamıştır.
Muharebelerin yoğunluğu Conk Bayırı bölgesinde olmuş, Conk Bayırı Muharebesi 9 Ağustos 1915 tarihine kadar sürmüştür. Kurmay Albay Mustafa Kemal’in 10 Ağustos sabahı başlattığı taarruz ile Anzak kuvvetleri sırtlardan çekilmek zorunda kalmışlardır.
Suvla Koyu’nda İngiliz Kolordusu’nun ikinci genel taarruzuyla aynı gün 21 Ağustos’da Anzak birliklerinin sonuçsuz Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın son muharebesi olmuştur.
Anafartalar Cephesi
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzii harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur.
Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Türk kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak yapmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu’na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu’ndaki Anzak kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir.
Gelibolu Yarımadası’nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır. 5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Türk taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihin bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştır.
Türk taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı başarabilmiştir. Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi gün, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi-Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır.
Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve 9. Tümen komutanı Albay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzuyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Türk taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi Yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri sürmüş olup iki Türk taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.
Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi’nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi’nde ise Suvla Ovası’nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Türk mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sir Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir.
Bu amaçlar sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Muharebesi olarak bilinen taarruz, Türk savunması önündeki ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen’i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe’den çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz kuvvetlerinin eline düşecektir.
Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu’na çıkartma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey Komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara yüzbaşı Kadri Bey’in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe-Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır.
Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Aynı gün başarısız bulunan İngiliz 9. kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır. Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi.
Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartala Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Ananfartalar grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Savaşı
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir.
İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Türk savunmasının elinde kalmıştır.
Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebedir.
Müttefik Birliklerinin Tahliye Kararı
Müttefiklerin Gelibolu Seferi’ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekatı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan’ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de İngiliz Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir.
Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır.
General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır
Çanakkale Savaşı’ndaki Asker Kayıpları
1.Müttefik toplamı 44.072-97.037-141.109
2.Birleşik Krallık 21.255-52.230-73.485
3.Fransa Krallığı 10.000-17.000-27.000
4.Avustralya (1) 7.594-20.000-27.594
5.Yeni Zelanda (2) 2.701-4.546-7.247
6.Hindistan 1.358-3.421-4.779
Çanakkale Savaşı’nın sonuçları
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçmemiş, İstanbul’u işgal edememiştir.
Pek çok tarihçi, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve 1. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasından bu olayın önemli payı olduğu görüşündedir. Çanakkale Savaşı, müttefikleriyle Rusya’nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır.
Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerin birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.
Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası’na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir. Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle Cumhuriyet Dönemi’nde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir.
Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir. Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnu’nda görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı’ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış, “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasını sağlamıştır.
Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal’in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.
Çanakkale Geçilmez Anılar
Düşmanının bile gurur duyabildiği bir ORDU
Düşmanının bile gurur duyabildiği bir ORDU
Çanakkale Savaşı’nda bir kolu ve bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges’in yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırası. Şöyle diyor Generali Bridges:
“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Savaş sahasında döğüş bitmişti. ‘Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
– Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
“Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün”.
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler…”
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2021/03/canakkale-zaferi-09.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2021-03-17 08:26:562021-03-19 11:46:14Çanakkale Geçilmez 18 Mart 1915 Deniz Zaferi
Atatürk ve Azerbaycan Türkleri Hakkında Düşünceleri
10 Kasım 2020
Atatürk ve Azerbaycan
Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 82. yıl dönümünde saygı ve minnetle anıyoruz.
Atatürk ve Azerbaycan hakkındaki düşüncelerini aşağıda yayınlıyoruz.
15.10.1921 yılında güven mektubunu sunan Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof’a Mustafa Kemal Atatürk’ün söyledikleri;
Saygıdeğer Temsilci Hazretleri,
Atatürk ve Azerbaycan
Azerbaycan Türklerinin ve Sosyal Azerbaycan Şûra Hükûmetinin kardeşlik selâmına Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun ordusu adına yüce şahsınız aracılığıyla yine kardeşçe karşılık vermekle mutluyuz. Türkiye halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun ordusu, Azerbaycanlıların ve temsilcisi olduğunuz hükûmetin hakkımızda gösterdiği içtenlikten mutludur. İşgâl düşüncesi ile açılmış olan Dünya Savaşını sona erdiren galipler, önerdikleri barış şartları ile vatan topraklarımızı, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü elimizden almaya, yüzyıllardan beri İslâmın ve Türklüğün fedakâr koruyucusu olan milletimizi esir derecesine indirmeye kalkıştılar.
İki yıldır Rumeli ve Anadolu’da görülen hareketlerimiz bu zorbaca saldırıya karşı koymaktan ve her varlığın yaratılıştan sahip olduğu kendini savunma hakkını kullanmasından başka bir şey değildir. Millî sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz.
Bu haklı ve kanunî amacımızı kazanmak için uğraşıyoruz. Şu kutsal savaşta milletimiz, İslâmın kurtuluşuna, dünyada zulüm görmüş ve haksızlığa uğramış olanların rahatlığının artırılmasına hizmet etmekle övünmektedir. Milletimiz bu gerçeğin kardeş Azerbaycan’ın temsilcisi tarafından onaylandığını duymakla büyük bir mutluluk duyar.
Rumeli ve Anadolu halkı, Azerbaycan Türkü kardeşlerinin kalbinin, kendi kalbi gibi çarptığını bilirler. Bunun için getirdiğiniz selâm hediyesinin ne kadar derin ve yüce bir duygunun eseri olduğunu bilir ve bu selâmı alırken Azerbaycan Türklerinin de bir daha esarete düşmemelerini ve haklarının ayaklar altına alınmamasını istemektedirler.
Azerbaycan Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz
Atatürk ve Azerbaycan
Azerbaycan Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için onların dileklerine ulaşmaları, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi çok sevindirir.
Türk’ün mutluluğu ve haksızlığa uğramışların kurtuluşu yolunda Azerbaycan Türklerinin de, kanını dökmeye hazır bulunduklarına dair açıklamalarınız işgâlcilere karşı Türk’ün ve haksızlığa uğramışların gücünü artıran çok değerli bir sözdür. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmetinin, iki kardeş millet arasındaki bağ ve ilginin daha sağlam ve dayanıklı bir şekle konulmasına bütün gücüyle çalışacağını ve bu konuda size gereken her türlü yardımları yapacağını arz ederim.
Saygıdeğer temsilci Hazretleri, Kardeş Azerbaycan Türklerinin belirttikleri içten sözlerden çok fazla duygulandığımı bir daha söyleyerek ve ordumuzun başarısı adına ortaya koyduğunuz dileklere karşı içten teşekkürlerimin kabulünü rica ederim.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2020/11/10-kasim-09.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2020-11-09 10:52:132021-11-12 14:40:49Atatürk ve Azerbaycan Türkleri Hakkında Düşünceleri
57 yıllık yaşamında katıldığı 11 savaşın içinde bile kitap okuyan Mustafa Kemal Atatürk’ün kitap önerileri
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kitap Önerileri:
1-) Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin
Romanda, İstanbullu köklü bir ailenin kızı olan çocuk ruhlu Feride’nin çok sevdiği nişanlısı tarafından ihanete uğramasıyla kendini öğretmenlik mesleğine adaması ve hayatını kazanabilmek için Anadolu’da şehir şehir dolaşması anlatılır.Çalıkuşunda duygusal bir olayı anlatmakla birlikte toplumsal sorunlarının eleştirel olarak da ortaya koymaktadır. Çalıkuşu, Türkiye’de yeni ve modern bir dönemin başlamasını özendiren bir roman olarak kabul edilmektedir.
Atatürk’ün Önerdiği Kitaplar
2-) Beyaz Zambaklar Ülkesinde – Grigory Petrov
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, bataklıklardan, göllerden, granit taşlarından oluşan Finlandiya ülkesinin nasıl kalkındığının, “zambaklar ülkesi”ne nasıl dönüştüğünün hikâyesidir. Finlandiya’nın, bir avuç insanın çabasıyla ve azmiyle nasıl küllerinden doğduğunu anlatır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, tüm öğrencilere tavsiye edilmesini ve özellikle askeri okullarda zorunlu olarak okutulmasını istediği bu kitap, herkes için bir başucu eseri niteliğindedir.
Atatürk bu kitabı askeri okulların müfredatına konulmasını emretmiştir.
3-) Belleten
Belleten, Türk Tarih Kurumu tarafından, Ocak 1937’den bu yana dört ayda bir Türkçe olarak yayımlanmakta olan, dil ve tarih konulu makalelere yer veren bir dergi.
4-) Toplum Sözleşmesi – Jean Jacques Rousseau
Jean-Jacques Rousseau; Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev’den Emile’e, İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı’ndan İtiraflar’a, insanlık tarihinde çığır açan Aydınlanma düşüncesinin en önemli Romantik düşünür-yazarıdır. Toplum Sözleşmesi’yse (1762) yayımlandığı günden bugüne toplumların birarada yaşayışlarına ilişkin en temel düşünce yapıtlarından biri olma özelliğini sürdürmektedir.
5-) Türkçülüğün Esasları – Ziya Gökalp
Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından olan Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eseriyle “Türk milletindenim” demenin ne demek olduğunu, Türk milletinin kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini öğreten bir ilk öğretmendir. Bu çabalarıyla Türk milliyetçiliğinin zeminini de hazırlayan Gökalp, kendisine kadar dağınık bir halde gelen düşünceleri bir araya getirerek, gerçek anlamını bulan bu düşünceye Türkçülük adını vermiş ve milletin bundan sonra gideceği yolu tayin etmiştir. İmparatorluktan Millî-Devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp’ın, insanların kafalarının karışık olduğu bir dönemde, bu karışıklığa çözüm bulmak amacıyla Türk toplumu ve kültürü üzerine yaptığı sosyolojik, kültürel ve siyasî değerlendirmeler geçerliliğini bugün de muhafaza etmektedir.
28 Ocak 1920, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının belirlendiği “Misak-ı Milli” (Milli Yemin, Ulusal Ant)’nin kabul edilişinin 100’ncü yıldönümü.
Misak-ı Milli, tam bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmiş olan Türk Milleti’nin birlikte yaşamak üzere anlaştıkları şartları içeren bir sosyal mukaveledir. Misak-ı Milli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşunda, kuruluşunda ve bağımsızlığında önemli rol oynayan tarihi bir olgudur.
Atatürk’ün çabaları ile toplanan ve Osmanlı Devleti’nin toparlanma uğraşını simgeleyen Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920’de son kez toplanmış ve Misak-ı Milli’yi 28 Ocak 1920’de oy birliği kabul etmiştir. Milli Mücadele döneminde ülke topraklarını milli sınır olarak belirleyen 6 madde içeren bir beyannameden oluşmuştur.
Misak-ı Milli kararları, 17 Şubat’ta Meclis’te kabul edilip dünyaya ilan edilmesi ile milli tarihe mal edilmiş ve 18 Temmuz 1920’de TBMM’de bağlılık yemini edilerek yinelenmiştir. Misak-ı Milli, Milli Mücadele’nin başlangıcında ortaya çıkmış ve önsözü olarak adlandırılmıştır.
Milli Mücadele’nin diplomatik belgesi
Misak-ı Milli Haritası
Milli Mücadele’nin diplomatik belgesini, dayanağını ve fiziki hedefini teşkil etmiş, hem önemli olayların sonucu hem de bir devrimin başlangıcı olmuştur. Milli Mücadele’nin hedefi, yöntemi ve planlarının ana hatlarını çizen Misak-ı Milli’nin temeli, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenen ilkelere dayalı Türk ulusunun birliği, yurdun bütünlüğü ve gelecekteki güvenliği ile ilgili gelişmesini amaçlayan kararları oluşturmuş ve milletin gerçekleştireceği yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin temeli atılmıştır.
I.Dünya Savaşı’nda üstünde türlü oyunlar oynanan, toprakları paylaşılan, bağımsızlığını kaybeden Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’na rağmen işgaller devam etmiştir. İtilaf Devletleri, artık iyice zayıflamış olan imparatorluk üzerindeki gizli planlarını uygulamaya koymuştur.
Emperyalistlerin Ortadoğu Hayalleri
Dün olduğu gibi bugünde Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefi, Boğazlar ve İstanbul egemenliği isteği; İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu hayalleri; İtalya ve Yunanistan’a vaat edilen Ege toprakları işgal devletlerinin sürekli gözlemi altında olmuştur. Yönetimde oluşan otorite boşluğu, dışarıdan müdahaleler, halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve bitkinlik, sonun başlangıcının işaretini oluşturmuştur.
İzmir’in işgali ve diğer devletlerle yapılan görüşme sonuçlarının Osmanlı Devleti’nin aleyhine olması nedeniyle Anadolu halkının bağımsızlık hareketine destekleri artmıştır. Misak-ı Milli’nin hazırlanması için Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’ya gelişinin ertesi günü 28 Aralık 1919’da şehrin ileri gelenleri ile görüşmeler ve 1920 başlarında çeşitli toplantılar yapmıştır.
Bu toplantılar, Milli Mücadele’nin hazırlığı niteliğinde olan kararların belirlenmesi için oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Toplantılarda; “Wilson Prensiplerinin” Osmanlı Devleti için önerilen 12.Maddenin gerçekte Türkiye’nin durumu bakımından kabul edilebilir nitelikte olduğu belirtilmiş, benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi gereken sınırların 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması’ndaki sınırlar olduğu ifade edilmiştir.
Misak-ı Milli’ye giden süreç, Osmanlı Hükümeti’nin 11 Eylül 1919’da genel seçim kararı alması ile başlamıştır. Bu bağlamda, şehirlerde “Kuvayı Milliye” adı altında oluşturulan bağımsızlık hareketi içerisinde olan milletvekilleri, toplanacak meclis için seçilmiştir. Atatürk, Erzurum milletvekili seçilmiş, ancak toplantıya İstanbul’un İngilizlerin işgali altında bulunduğundan güvenlik nedeniyle katılmamıştır.
Toplantı öncesi bazı kararların alınması için seçilen milletvekilleri Aralık 1919 ve 3 Ocak 1920’den itibaren Ankara’ya gelerek Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile görüşmüş, kendilerine yapılması gereken hareket tarzları ve yöntemler anlatılmıştır.
Onlardan milli teşkilata ve millete dayanarak oluşturulacak, milletin kutsal gayelerini cesaretle dile getirecek ve mecliste direniş hareketlerini temsil edecek “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” teşkil etmelerini ve Sivas Kongresi’nde kesinleşen “Misak-ı Milli” esaslarını savunmalarını ve kabul ettirmelerini, kendisinin Meclis Başkanlığına seçilmesi için teklif etmelerini istemiştir. Bildiri metni yapılan bu görüşmeler sonucunda kaleme alınarak son şekli verilmiştir.
Atatürk, Ocak 1920’nin başlarında Muallim Mektebinde Ankara’nın ileri gelenlerine yaptığı ilk konuşmada; “Milli teşkilatımızın izlediği gaye, vatanı parçalanmaktan ve milleti esaretten kurtarmaktır. Ama ondan sonra da pek mühim bir millet ve vatan vazifemiz vardır. İç işlerimizi ve hallerimizi ıslah ederek, medeni milletler arasında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen ispat etmek lazımdır.
Bu gayede muvaffak olmak için ise siyasi mesaiden ziyade, içtimai mesaiye ihtiyaç vardır. Efendiler ümit ederim ki, elverişli bir sulh elde edildikten sonra durumumuz, iyi idare edilirse, eski sınırlarımız içindeki vaziyetimizden daha iyi olur”. Misak-ı Milli hedefini belirlemiştir. 11 Ağustos 1921’de yazar Laurence Shaw Mocre ile yaptığı söyleşide; “Biz barış taraftarıyız. Biz hakkımızdan olandan fazlasını istemiyoruz. Yalnızca anavatanın düşman işgalinden kurtulmasını ve kendi kaderimizi tayin etmek hakkını istiyoruz, yani bağımsızlık istiyoruz.
Milli Misak, halkımızın hakkı olan bir belgedir ve halkımız bu belgede yazılı olan haklarını almak için and içmiştir”.sözü ile ezilmeyen ve yenilgiyi kabul etmeyen umutlu bir liderin uzak görüşlülüğü, uzun vadeli gelecek hesapları, stratejik seziş ve kararların işareti ve kararlılığı ortaya konmuştur.
Mebusan Meclisi Toplantısında Alınan Kararlar;
Maddeler
Madde 1– Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin (Hatay ve Musul bölgesi Türk egemenliği altında) geleceğini, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenecektir. Din, soy ve amaç birliği bakımından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü, ister bir eylem, ister bir hükümle olsun hiç bir nedenle birbirinden ayrılamayacak olan Ulusal sınırlar içindeki Türk vatanı bir bütündür ve kesinlikle parçalanamaz.
Madde 2– Halkı özgürlüğe kavuşunca, oylarıyla anavatana katılmış olan üç il (Elviye-i Selase dâhilinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum) için gerekirse yeniden halkın serbest oyuna başvurulmasına gidilecektir.
Madde 3– Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen Batı Trakya’nın hukuksal konumunun belirlenmesi de, halkının özgürce yapacağı oylamaya göre belirlenecektir. Yine, Arap topraklarının geleceği burada yaşayan halkın vereceği oylar ile belirlenecektir.
Madde 4– İslam Halifeliğinin, Yüce Saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükümetinin başkenti olan İstanbul kenti ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulması ile ilgili önlemler alınacaktır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın güvenliğinin sağlanması şartı ile Boğazların dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte öteki tüm devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerli olacaktır.
Madde 5– Ülkemizde yaşayan Hıristiyan ve diğer azınlıklara, komşu diğer ülkelerde Müslümanlara tanınan haklardan fazlası verilemeyecektir. Müslümanların kullandığı haklar ile bu azınlıkların hakları eşit hale getirilecektir.
Madde 6– Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak sağlamak amacıyla mali, idari ve siyasi yönden milli ve ekonomik gelişmemizi engelleyen sınırlamalar (Kapitülasyonlar) kesinlikle kabul edilemeyecektir. Çünkü: ‘‘Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir”. Tam bağımsız bir devlet hedeflenmiştir. Askeri, ekonomik ve siyasi bağımsızlıktan ödün verilmeyeceği belirtilmiştir.
Misak-ı Milli, Mondros’a bir tepki
Misak-ı Milli, Mondros’a bir tepki ve bu ateşkes hükümlerinin zorla imzalatılmış olmasına karşın kabul edilmediğinin ilanı olmuştur. Kabul edilen 6 maddelik beyanname, Milli Mücadele’nin iç ve dış ilkelerini kapsamıştır. İşgalin ve yabancı boyunduruğunun kabul edilmeyeceğini göstermiştir.
Uzun süredir egemen olan ümmetçilik anlayışının yerini ulusçuluk anlayışı almıştır. Yıllardır büyük bir sorun olan kapitülasyonlara Millet Meclisi ilk kez büyük ve sert bir tepki göstermiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan “Milli sınırlar içerisinde vatan parçalanamaz bir bütündür” kararı ile Türk vatanın sınırları çizilmiş ve Milli Mücadele’nin ana ruhu oluşturulmuştur.
Türk dış politikasının hedefleri belirlenmiş, devletin bağımsızlığı, milletin geleceği ve devamlı bir barışın sağlanması için yapılabilecek en son fedakârlıklar tespit edilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk defa dünyaya duyurulan bu bildiri ile Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlığı diğer ülkeler tarafından tanınmış ve kabul edilmiştir.
Türkiye’nin Sınırları
Atatürk, yayılma değil savunma siyasetiyle; “I.Dünya Harbi’nin sonuçları, devletimizin bir takım fedakârlığa katlanmasını zorunlu kılıyor. Buna göre devlet için millî, yeni bir sınır kabul ettik. Mütareke imzalandığı gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu sınır, İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Deyr-i Zor’a iner; Daha sonra doğuya kıvrılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır.” yeni sınırların ancak bu şartlarda çizilebileceğini belirtmiştir.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2020/01/misak-i-milli-100uncu-yili-02.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2020-01-24 10:17:012020-01-30 13:41:27Misak-ı Milli 100'üncü Yılı Milli Yemin, Ulusal Ant
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı, 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Günü 5 Aralık
Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, 1930’larda, Türkiye’de kadınların siyasi haklarını kazanması için gerekli yasaların çıkarılmasını ifade eder. Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkını elde etmesi; toplumsal hayatta gerçekleşen Atatürk Devrimleri’nden birisidir.
5 Aralık 1934’te Atatürk bir kez daha tüm dünyaya örnek olacak bir karara öncülük etti. Ulu Önder kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkı için harekete geçti. Ve Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle kadınlar, en demokratik haklarına kavuştular. Her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Satıkadın olarak anılan Satı Çırpan, seçimlerde Meclis’e girdi ve Türkiye’nin ilk kadın milletvekillerinden oldu. Ankara milletvekili olarak 1935-1939 yıllarında görev yapan Çırpan, seçilen 18 kadın arasında yer aldı. Türkiye, Fransa ve İtalya’dan 11 İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ülke olarak tarihe geçti.
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü Kutlu Olsun
Dünya Kadın Hakları Günü
Kadın hakları; kadınların erkeklerle eşit bir şekilde sahip olduğu tüm hakları kapsayan bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Aslında tüm dünya olarak bu duruma üzülerek bakmamız gerek çünkü bu hakları kadın hakları veya çocuk hakları gibi özel bir isim altında toplamamız oldukça acınası bir durum. İnsan hakları adı altında zaten tüm dünya insanlarının hakları eşit bir şekilde savunulması gerekiyor. Kadınların ve çocukların haklarının özel bir başlık altında toplanması zaten başlı başına eşit olmayan ve kadını arka plana atan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Maalesef içinde bulunduğumuz kadını geri planda bırakan, ona değer vermeyen erkek egemen toplumlardan ve dünyadan dolayı bu durumun ortaya çıkması sonucuna ve gerekliliğine varılmıştır.
Kadınlara Seçme Seçilme Hakkı
Kadın hakları Batıda nasıl ortaya çıktı öncelikle ona değineceğiz. Rönesans ve Antik Çağ’da kadınların öğretim görmeleri ve topluma karışmaları oldukça kısıtlıydı. Aslında gayet normal olan öğretim görme, çalışma durumları tuhaf bir şekilde kadınlar için alışılagelmiş bir durum değildi. Dinin ve kiliselerin tüm hayatı ele geçirmesiyle kadınların önündeki engeller daha da arttı ve evden çıkmaları bile imkansız hale geldi. Kadını kısıtlayan bu anlayış ve yasalar uzun süre devam etti. Kadınların eğitimi için tarihteki en önemli adımlardan biri Bohemya Kardeşler Cemiyeti’nin piskoposu Jan Amos Comenius olmuştur.
Kadın Hakları Günü
Aydınlanma Çağı ile birlikte eğitim-öğretimde başlanan yeniliklerle kadınların da buraya dahil edilme konusu tartışılmaya başlanmıştır. Bu zamana kadar kadınların eğitim alabildikleri tek alan ev içindeydi. Ev içindeki işlerin öğrenilmesi ve ev ekonomisi gibi bir sınırlama mevcuttu. İlk kadın hareketlerinin başlamasıyla sadece erkeklerin eğitim gördükleri alanlara kadınlar da yavaş yavaş girmeye başladı. Özellikle kadınların üniversite eğitimi alıp almama konusu uzun bir süre tartışılmıştır. Bunun sebebi ise kadınların “fiziksel yapıları” ve “düşünsel yetilerinin” böyle bir eğitim için yeterli olmadığının düşünülmesiydi. 19.yüzyılın sonlarında kadınlar az da olsa eğitim hayatında aktif rol almaya başladılar. Bu dönemde neredeyse bütün Avrupa şehirleri kadını eğitim alanının içine almaya başlamıştır. Bu dönemde kadınların attığı önemli adımlardan bazıları şunlardır: Hınlıley Quımby radyasyon fiziğinin doğmasına yardım etmiş, Gadys Anderson Emerson insan vücudunda vitamin eksikliği hakkında bilgiler toplamış, Dorotlica Rudnick embriyo parçalarını bir yerden başka bir yere nakletme tekniğinde usta bir bilim insanı olmuştur.
Kadınlar Seçme ve Seçilme
Kadınların siyasete katılımları ise Fransız Devrimi sırasında gerçekleşmiştir. 1791’de Kadın Hakları Bildirgesi’nin yayımlanmasıyla kadınlara bu kapı da aralanmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru Fransa’daki kadınlar seçme hakkı talep ederken, İngiltere’de de Kadın Hakları için ilk çıkışlar gerçekleşmiştir. Orta Avrupa ve Akdeniz ülkelerinde ilk talepler 1900’lü yıllardan sonra özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir.
Seçme ve Seçilme Hakkı Gelişimi
Atatürk ve Kadınlar
Kadınlar gündelik hayatta kendilerine hak ettikleri yeri açabilmek için yüzyıllar boyunca çeşitli uğraşlar vermiştir. Çoğu yerde seçme hakları verilmiş fakat seçilme haklarında geç kalınmıştır. Bazı yerlerde ise bu haklar verilip tekrar geri alınmıştır. 19 Eylül 1893 tarihinde Yeni Zelanda’da kadın hakları için yaşanan küçük bir kıvılcımla yaşanan büyük gelişmeler sonucu Yeni Zelanda kadınlara oy kullanma hakkını tanıyan ilk ülke oldu.
İngiliz Kate Sheppard’ın kadınlarla yaptığı gizli toplantılar ülkede kadın hareketlerini alevlendirdi ve gizli toplantılar zamanla halka açıldı ve büyük yankı yarattı. Bu ve daha fazla çalışması sayesinde Kate Sheppard’a kraliyet madalyası verildi ve Yeni Zelanda dolarının üzerine resmi basıldı. Bu tarihten sonra tüm dünyada yavaş yavaş da olsa kadınlara bu haklar tanınmaya başlandı. Kronolojik olarak kadınlara seçme ve seçilme haklarının verildiği tarihleri beraber inceleyelim.
–Finlandiya 1906 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. 1907’de 19 kadın meclise girmiştir.
–Norveç 1903
–Danimarka ve o zaman Danimarka’ya bağlı olan İzlanda da 1915 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır.
–Kanada 1917 yılında seçme, 1920 yılında da seçilme hakkını elde etmişlerdir. Kanada’nın Quebec bölgesi bu hakkı 1940’ta tanımıştır.
–Rusya 1917 yılında
–Avusturya 12 Kasım 1918’de kadınlara seçme hakkı verirken Almanya da onu takip eden günlerde kadınlara seçme ve seçilme haklarını tanımıştır.
–Amerika Birleşik Devletleri’ndee 1920 yılında olan anayasa değişikliğiyle ülke genelinde kadınlara seçme hakkı, Kasım 1920’de ise seçilme hakkı tanınmıştır.
–İtalya ilk defa 1925’de belediye seçimleri için kadınlara seçme hakkı tanıdı. 1946’da kadınlar genel seçimlere katılmaya başladılar.
-Birleşik Krallık tüm kadınlar için seçme hakkını 1928 yılında tanımıştır. 1918 yılından 28’e kadar sadece 30 yaş üstü kadınlar bazı özel durumlarda oy kullanabilmiştir.
–Türkiye’de kadınlar 20 Mart 1930 tarihinde belediye seçimlerinde seçme hakkına sahip oldular. 1933’te muhtar seçme ve köy heyetine getirilme hakkı, 5 Aralık 1934’te yapılan
anayasa değişikliğiyle milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştular. 8 Şubat 1935’te yapılan seçimlere ilk defa katılarak 18 koltuk elde ettiler.
Kadın Hakları taleplerini başlatan bazı olaylar yaşanmıştır. Bunlardan bazıları: sadece erkeklerin işine yarayan ve kadınları göz ardı eden seçim hakkı düzenlemeleri, İngiltere ve Avusturya’da ayrıcalıklı kadınlar için düzenlenmiş seçme hakları yasası, kadınların sadece vatandaşlık haklarının değil politik ve siyasi haklarını da düzenlenmesi ve iyileşmesi için başlatılan kadın hareketleridir.
Kadın Hakları Günü
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlanmaktadır. Türkiye’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına “Seçme ve Seçilme Hakkı” tanındı. Dünyada ise Olympe de Gouges tarafından Fransız ihtilali sonrasında Meclisin çıkardığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde geçen “insan” sözcüğünün yalnızca erkeği kastetmesi nedeniyle, cevaben 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi`ni yayımladı. İşte 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü için en güzel mesajlar ve sözler
Dünya Kadın Hakları Günü
Mustafa Kemal Atatürk
Dünya Kadın Hakları Günü her yıl 5 Aralık tarihinde kutlanıyor. Bugünde Dünya Kadın Hakları Günü kutlanacak. Türkiye’de kadın cinayetlerinin arttığı bir dönemde, Dünya Kadın Hakları Günü gibi anlamlı günler kadına verdiğimiz değeri daha çok anlamamıza yardımcı olacak. Tüm kadınların Dünya Kadın Hakları Günü kutlu olsun…
Fransa’da 7 Mayıs 1748’de dünyaya gelen Olympe de Gouges, 1789’da Fransız Ulusal Meclisi’nde okunan ve günümüzdeki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin esin kaynaklarından biri olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne karşı, bu metinde geçen “insan” (homme) sözcüğünün yalnızca erkeği kastetmesi nedeniyle 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımlar. Bu insanlık tarihindeki ilk kadın hakları bildirgesidir.
Kadınlar ve Seçim
İlk aşamada desteklediği Fransız Devrimi’nin bilhassa kadınlara yönelik duyarsızlığına karşı devrimin en önemli ismi olan Maximilien Robespierre’e yönelik eleştiriler kaleme alan de Gouges, yazılarındaki üslubunu her geçen an daha da sertleştirir. Nihayetinde devrim sonrasında yaşanan terör ve kaos döneminden kurtulmak için bölünmez bir cumhuriyet, federal bir hükümet ya da anayasal monarşi arasında bir seçim yapılması için halk oylamasına gidilmesini önerdiği bir yazısı nedeniyle 1793 yılının Temmuz ayında tutuklanır.
Tutukluluk sürecinde kendisine avukat tutma hakkı verilmediği için kendi savunmasını kendisi yapan de Gouges, hakkında verilen idam kararını engellemek için hamile olduğunu iddia etse de, yapılan kontrol sonucunda bu iddiasının doğru olmadığının anlaşılması üzerine 3 Kasım 1793’te giyotinle idam edilir. Olympe de Gouges, günümüzde kadın hakları konusunda mücadele veren pek çok isim tarafından öncü biri olarak kabul edilir.
Kadınların Katıldığı İlk Seçim
Türkiye’de ise Kadın Hakları Günü, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde bütün dünya ülkelerinden önce 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına “Seçme ve Seçilme Hakkı” tanındı. 5 Aralık 1934 günü dünyada kadınların yasal olarak milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu ülke sayısı 28, bu hakkın kullanıldığı ülke sayısı ise sadece 17 idi. 5 Aralık 1934’de Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınırken, o dönemde Avrupadaki bazı gelişmiş ülkelerde bile kadınların bu hakkı bulunmuyordu. Seçme ve seçilme hakkına Fransa’da kadınlar 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, Belçika’da 1960 ve İsviçre’de 1971 yılında kavuştular.
TÜRKİYE’DE KADINLARIN KATILDIĞI İLK SEÇİM
Kadınlar siyasal haklarını ilk kez 1930 yılındaki Belediye seçimlerinde kullandılar. Seçimler, Eylül başından Ekim’in 20’sine kadar sürdü. Şehir meclislerine girebilen kadınlar arasında İzmir seçimlerinde Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nın iki kadın adayı olan Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlar ile, İstanbul seçimlerinde CHF adayı olan Rana Sani Yaver (Eminönü),Seniye İsmail Hanım (Beykoz),Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu),Nakiye (Beyoğlu),Latife Bekir (Beyoğlu) Hanımlar vardır.
Bu seçimlerde Artvin ili Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya beldesinde belediye başkanı seçilen Sadiye Hanım, “Türkiye’nin İlk Kadın Belde Belediye Başkanı” olmuş ve bu görevi iki yıl yürütmüştür. Türkiye’nin ilk kadın il belediye başkanı ise çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra seçildi. 3 Eylül 1950 tarihinde yapılan yerel seçimlerde 27 üyesi bulunan Mersin Belediye Meclisine seçilne Müfide İlhan, ilk kadın il belediye başkanı oldu.
KADIN HAKLARI BİLDİRGESİ
Olympe de Gouges tarafından 1791’de yayımlanan “Kadın ve Kadın Yurttaş Kadın Hakları Bildirgesi”nin özeti şu şekilde:
Gouges hazırladığı yeni bildirgeye “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi” ismini verdi. Bildirgede kadınların hukuki, politik ve sosyal alanda erkeklerle eşit kılınması gereği anlatılıyor.
1. Kadın özgür doğar ve yaşamını erkeklerle eşit haklara sahip olarak sürdürür.
2. Her siyasi topluluğun amacı, kadının ve erkeğin doğal ve daimi haklarını korumaktır. Bu haklar özgürlük, güvenlik, mülkiyet ve özellikle baskıya karşı koymaktır.
3. Devletin egemenliği, kadınların ve erkeklerin birliği olan ulustan kaynaklanır.
4. Özgürlük ve adalet, bireylere hakları olanı iade etmektir. Kadınlar doğuştan sahip oldukları haklarını kullanırken erkeklerin tiranlığıyla engellenmektedir. Bu engeller, doğanın ve aklın koyduğu yasalarla kaldırılmalıdır.
5. Doğanın ve aklın koyduğu yasalar, topluma zarar verecek tüm davranışları ortadan kaldırır.
6. Yasa, genel iradenin ifadesi olmalıdır. Bütün kadın ve erkek yurttaşlar bizzat ya da vekilleri aracılığıyla yasaların yapım sürecine katılmalıdır. Yasalar bütün yurttaşlara eşit uygulanmalıdır. Kadın ve erkek yurttaşlar, ayrım yapılmaksızın bütün mevkilere kabul edilmelidir.
7. Kadınlar ayrıcalıklı haklara sahip değildir. Kadınlar erkeklerle birlikte aynı yasalara tabidir.
8. Yasalar sadece zorunlu olan, açık ve kesin cezalar koyar. Kadınlar, suç teşkil eden eylemden önce ve yasalara başvurulmaksızın cezalandırılamaz.
10. Hiç kimse fikirlerinden ötürü mahkum edilemez. Kadın idam sehpasına çıkma hakkına sahip olduğu gibi, konuşma kürsüsüne çıkma hakkına da sahiptir.
11. Düşüncelerini ifade etmek, kadınların en önemli haklarından biridir. Bu özgürlük, babaların çocuklarıyla olan babalık bağlarını güvence altına alır. Her kadın, barbarca bir önyargı yüzünden gerçeği gizlemeye zorlandığında şunu söyleyebilir: “Ben, bana verdiğin çocuğun annesiyim.”
12. Kadınların haklarının güvence altına alınması kadınlara ayrıcalık tanımamalı, herkesin yararına hizmet etmelidir.
13. Devletin idari giderleri için kadınlardan ve erkeklerden eşit katkı talep edilir. Kadınlar üzerlerine düşen bu ödevi yerine getirdikleri için meslek, iş ve mevkilerin paylaşımına da katılırlar.
14. Kadın ve erkek yurttaşlar, bizzat ya da vekilleri aracılığıyla vergilerin zorunlu olup olmadığına karar verme hakkına sahiptir. Kadınlar, erkeklerle eşit vergi ödeme ilkesini ancak vergilerin toplanması ve kullanılması sürecine katkıda bulunmaları durumunda kabul ederler.
15. Kamu harcamalarına erkeklerle birlikte katılan kadınlar, resmi makamlardan mali konularda bilgi alma hakkına sahiptir.
16. Hakların güvence altına alınmadığı ve güçler ayrılığının kabul edilmediği bir toplumun anayasası yoktur. Ulusu oluşturan bireylerin çoğunluğunun yapımına katılmadığı yasa yoktur ve geçersizdir.
17. Birlikte ya da ayrı ayrı, mülkiyet kadının da erkeğin de hakkıdır. Bütün vatandaşlar bu dokunulmaz ve kutsal hakka sahiptir. Yasaların belirlediği kamusal bir zorunluluk bunu açıkça gerektirmediği müddetçe ve önceden belirlenmiş adil bir tazminat ödenmedikçe, hiç kimse ulusun asli miras payından yoksun bırakılamaz.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/12/kadinlara-secme-secilme-hakki-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2019-12-05 10:56:202019-12-09 13:46:22Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Kadın Hakları Günü
Konstantin, savaş hedefini ‘Ankara’ya diye ilan etmiş ve İngiliz irtibat subaylarını daha şimdiden, Mustafa Kemal’in şehrinde vereceği zafer yemeğine çağırmıştı.
Atina basını, bu istilanın, Büyük İskender’in seferlerine benzediğinden dem vuruyordu. Yunan orduları, bir kez daha, onun yaptığı gibi, ‘Gordion’ düğümünü kesecek ve böylece Asya’da bir imparatorluk kuracaklardı. Gordion tam ilerleyecekleri hat üzerindeydi.
Gordion’un Düğümü
Mustafa Kemal Atatürk
Ancak, Profesör Toynbee’nin söylediği gibi, unuttukları bir şey vardı. İskender, eninde sonunda, kahinin şartını yerine getirememiş, düğümü çözemeyerek kesmek zorunda kalmıştı. Böylece, şimdi Konstantin’in heveslendiği işi, Batı Anadolu’yu krallığına katmak işini başaramamıştı.
Yunan Ordusunu iki ayrı kurmay yönetiyordu. Biri Kralın, Öteki de General Papulas’ın Genelkurmayı. Genelkurmaydaki subaylardan bazıları, Eskişehir’de mevziye girip, Türkleri bir karşı saldırıya zorlamayı daha uygun görüyorlardı.
Ancak Kralın isteği daha üstün çıkmıştı.
Yunan Orduları Ankara Önlerinde
Atatürk’e Saygılarımızla
Yunan Orduları on gün süreyle, karşılarında bir tek düşman görmeden, sonsuz bir bozkırda, alışık oldukları deniz kıyılarından ve yumuşak vadilerden gittikçe uzaklaşıyorlardı.
Havanın kuraklığı, sıcaklığı, bundan önce gördükleri dondan da, kar fırtınalarından da daha kötüydü. Fena halde susuzluk çekiyorlardı. Modern kamyonları, arızalı yollarda parçalanıyor, eşyalarını öküz arabalarıyla, develerle taşımak zorunda kalıyorlardı.
Çarpışmalarda esir düştükleri zaman, ilk işleri, Türklerden ekmek dilenmek oldu. Çıplak ve yaban arazide Sakarya’ya doğru ilerlerken askerlerin nefesi tozdan tıkanıyor, çoğu da yaylanın amansız sıtmasına tutulup saf dışı kalıyordu.
Anadolu yaylasını yararak Karadeniz’e dökülen üç büyük nehirden biri olan Sakarya Ankara önünde bir dirsek çizip tekrar batıya doğru yolunu izlemeye devam eder.
Mustafa Kemal’in Ordusu
Mustafa Kemal’in Ordusu
Mustafa Kemal ve Ordusu, Yunanları burada, ovanın sivri kayalıklarla kesilmiş çıplak ve yaban bir kesiminde bekliyorlardı. Cepheleri güneyde ve kuzeyde iki ırmağa dayanıyor, nehrin kendisi de merkezlerini koruyordu.
Sakarya iki kıyısı iki köprü ile birbirine bağlanmıştı. Türklerin savunma durumu genel olarak iyi sayılırdı.
Mustafa Kemal’in karargahı, bütün bölgeyi görebilen Alagöz Tepesi’nde kurulmuştu. Burası inşaatı yarım kalmış kerpiç bir evdi. Direklerinden örümcek ağları sarkıyordu.
Mustafa Kemal, Osmanlı ordusundan istifasından beri askeri rütbe işaretlerini çıkarmış, Meclis de kendisine bir rütbe vermemiş olduğu için sırtında sadece bir er üniforması vardı.
Kırık kaburga kemiği hala sarılı olduğundan savaşı, at sırtında yönetemiyor, trenden sökülüp getirilmiş bir koltukta oturarak idare ediyordu.
Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi, Ankara’ya yaklaşmış görünüyordu. Türk ordusu da Sakaryanın doğusunda bu canavarın Ankara’yı yutmasına mani olmaya çalışıyordu.
Bon voyage, Messieurs
O Günleri Unutmayın
Halide Edip, Mustafa Kemal’e soruyor; Eğer düşman Ankara’ya bizden önce gider de bizi geride bırakırsa ne yapacaksınız?
Mustafa Kemal; ‘Bon voyage, Messieurs’ ( İyi Yolculuklar) derim. Arkalarından vurarak onları Anadolu’nun bozkırında mahvederim.
Savaş, tam yirmi iki gün, yirmi iki gece sürdü. Bu belkide dünyanın en uzun savaşıydı.
Vahşi ve öldürücü bir çarpışmaydı bu. Türk mevzileri bir kısım tepe üzerinde kurulmuştu. Yunanlar bunlara birbiri arkasına hücum edip almak zorundaydılar.
Oysa Türk piyadesinin çok iyi başardığı, inatçı bir savunma ile karşılaşıyorlardı. Türkler bazı tepeleri tutuyor bazılarını kaybediyorlardı. Ardarda gelen saldırılar Türk birliklerinde insan kaybına neden oluyordu.
Türkler, Yunanların sayı üstünlüğünü gözönünde tutarak kuvvetlerini idareli kullanmak zorundaydılar. Burada Gelibolu’da olduğu gibi yeni silahlanmış binlerce yedek yoktu.
Mustafa Kemal, elindeki kuvvetlerin durumunu, başındaki komutanın ne kıratta bir adam olduğunu en ince ayrıntılarına kadar ezbere bilirdi. Savaş raporlarını okurken en ufak bir yanlış bile gözünden kaçmazdı.
Mustafa Kemal, düşman kuvvetini de kendi birlikleri kadar yakından inceliyordu. Bir istihbarat raporunda Yunanların çok kuvvetli bir yığınak yaptığı, o mevzinin savunulamayacağı söyleniyordu.
Mustafa Kemal, ”Bizim istihbarat yanılıyor, yenilen biz değil düşmandır” dedi.
Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafa vardır
O Günleri Unutmayın
Cephe yüz kilometre uzunluktaydı. Savaşın kritik bir döneminde, kullanılacak taktiği şöyle bildirmişti:
‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terkolunmaz. Her birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat durabildiği ilk noktada, tekrar düşmana karşı cephe kurup savaşmaya devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uymaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar direnmeye mecburdur.”
Mustafa Kemal’in savunma hatları, kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısım en yakın mesafede yeniden kuruluyordu. Yunanlar her ne kadar toprak kazansalarda ilerlemeleri çok yavaştı. On günde toplam beş kilometre ilerlemişlerdi.
Yunanlar Ankara Önlerinde
Ancak Türklerin durumu yine de tehlikeliydi. Yunanlar Türk ordusunu yandan çevirip Ankara’ya doğru yürümeye uğraşıyorlardı.
Türk cephesi, şimdi kendi mihveri üzerinde dönmüştü. Artık kuzeyden güneye değil, doğudan batıya uzanıyordu. Öyle ki, doğu ucundaki Yunan kuvvetleri Ankara’ya Türklerden daha yakındı.
Mustafa Kemal, ” Çal Dağını almadıkları sürece korkulacak bir şey yok” diyordu. ”Ancak alacak olurlarsa, kolayca Haymana’yı işgal edebilir, bizi kapana kıstırabilirler” dedi.
Bir gece Çal Dağ’ın düştüğü, Yunanların Haymana’ya ilerlemeye başladıkları haberi geldi. Karargahta korkunç bir sessizlik. Mustafa Kemal çok üzgündü. Geriye çekilme emri verip vermemekte tereddüt ediyordu.
Türkler burada seksen iki subay dokuz yüz asker kayıp verdiler. Öyle ki, taburlara, teğmenler komuta ediyordu. Bir topçu tümeninin elinde sadece on yedi mermi kalmıştı. Ertesi gün Yunanlar, dağı ele geçirdiler. Yunanlar dağı aldıktan sonra Haymana’ya doğru ilerlemeye başladılar.
Savaşın Dönüm Noktası
O Günleri Unutmayın
Savaş bir dönüm noktasına gelmişti. iki taraf bir an için duraklamışlardı. İkisi de geri çekilmek üzereydiler. Ancak daha uzun dayanan Türkler oldu.
Yunanlar daha ileriye gidemeyecek kadar bitkindiler. Yiyecek ve içecek kıtlığı başlamıştı. Öyle büyük kayıplar vermişlerdi ki, yüz elli kişilik bölükler otuza kadar düşmüştü.
Mustafa Kemal, Yunanları sol kanatta durdurmuş, Ankara’yı kurtarmış ama onları daha Orta Anadolu’dan atması gerekiyordu. Burada karşılarında kendilerinden sayıca ve silahça üstün Yunan birlikleri bulunuyordu.
Türklerin elindeki cephane tükenmek üzereydi. Grup komutanlarından biri ancak tek bir saldırı yapabileceklerini belirtti. Çarpışma sona erince, Mustafa Kemal’e tekmil vererek, ” Komutanım mevziyi ele geçirdik, cephanemiz de tükendi.” dedi.
Genel karargahtaki bütün subaylar, acı kayıplardan söz ediyorlardı. Ama Komutanlarını iyi tanıyan Mustafa kemal, için için güldü ve ”Merak etmeyin durum söylendiği kadar kötü değildir” dedi.
Yunanlar Savunmada
Durum tersine dönmüş Yunanlar, Sakarya’da siper kazmaya başlamışlardı. çarpışma yeniden alevlendi. Sakarya’dan toz ve duman bulutları yükselmekteydi. İnsanlar birbirine giriyordu. Süngü savaşları, kocaman karıncaların yuvaları etrafında kavga etmeleri gibiydi.
Mustafa Kemal, ” Yunanlar cesaretle dövüşüyorlar, kuvvetlerinin geri çekilişini kapatmak için topçuları kendilerini feda ediyor” dedi. Kaburga kemiğinin kırıldığı Karadağ, yarım tümen asker pahasına alınmıştı.
Yunan birliklerinin cesareti gittikçe kırılmaya başlamıştı. Bu sırada Atina’dan genel çekilme emri geldi. Yunanlar, Anadolu yaylasından tersyüz geri dönmeye başlamışlardı. Geçtikleri yerleri yakıp yıkarak Türklerden kaçmaya çalışıyorlardı. Ancak Türkler de onları kovalayamayacak kadar bitkin bir haldeydi.
Konstantin, askeri gücünü aşan bir işe girişmiş fakat Anadolu’ya yenilmişti. İskender’in kördüğümünü çözme hayali de Sakarya üzerindeki köprü ile beraber yıkılmış, düğüm yine çözülememişti.
Yıllar sonra bir ressam, Mustafa Kemal’e Sakarya savaşını gösteren bir tablo hediye etti. Kendisi ön planda yağız bir atın sırtına binmiş olarak görünüyordu. Ressam tebrik beklerken, Mustafa Kemal; ” Bu tabloyu kimseye göstermeyin” dedi.
” Bu savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri bir kemikten ibaretti. Bizim de onlardan geri kalır yanımız yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. ” dedi.
Kaynak: Lord Kinross / Atatürk / Bir Milletin Yeniden Doğuşu
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/11/mustafa-kemal-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2019-11-07 15:23:102021-11-12 14:43:58Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 2019
Bu akşam bir kadeh rakı doldurun kendinize. Ama öyle tek-duble falan değil! Hani şu eski müdavimlerin “domuz sıkısı” dedikleri türden. Sadece rakıyı beyazlatacak kadar su… Yanına beyaz leblebi; fazla değil 3-5 tane…
O Günleri Unutmayın
27 Ağustos 1922 sabahı Mustafa Kemal Paşa’ya telefonda kuşattıkları tepeyi yarım saat sonra alacaklarını bildirmesine rağmen bunu başaramayınca intihar ederek hayatına son veren Miralay Reşat (Çiğiltepe)’a;
O Günleri Unutmayın
Özellikle cephenin biraz gerisinde yüksekçe bir yere oturup tabancalarını dizlerine koyarak “Geri çekileni vururum” mesajı vermesi ve birkaç sefer geriye kaçan askerler üzerinde bunu bizzat uygulamasıyla “Deli Halit” lakabını alan Mirliva Halit (Karsıalan)’e;
Mustafa Kemal ve Deli Halit Paşa
Kütahya’nın Emet ilçesinden kendisi, Emet halkı ve süvarileri tarafından kaçırılan Yunan ordusunu kovalayarak İzmir’e giren ilk süvari birlikleri komutanı Ferik Fahrettin (Altay)’e;
O Günleri Unutmayın
Demiryollarının kesiştiği yer olan Eskişehir’e bir üs kuran ve savaş boyunca derme çatma trenlerle cepheye asker, cephane, malzeme nakleden; ray döşeten; gerektiğinde ray ve vagonlardan çelik söktürüp kılıç yaptıran miralay Behiç Bey’e;
İstanbul’dan bizzat kendisine gönderilen ve Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamasını emreden telgrafa rağmen “Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam!” sözünü söyleyerek Mustafa Kemal Paşa’nın emrine giren Birinci Ferik Musa Kâzım (Karabekir)’a;
Kurtuluş Savaşı Kahramanları
İzmit ile Adapazarı’nı geri alıp, Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılarak üstün başarılar kazanan Birinci Ferik Kazım Fikri (Özalp)’ye;
Birlikleri ile İzmit ve adapazarı üzerinden Bilecik ve Eskişehir istikametine ilerleyen İngiliz kuvvetlerine Geyve yakınlarında ateş açarak onları durdurup geri püskürten ve Türk Kurtuluş Savaşı’nı fiilen başlatan ilk komutan olan Mirliva Ali Fuat (Cebesoy)’a;
Kurtuluş Savaşı Kahramanları
Bahriye Nazırlığı’ndan ayrılan ve Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine katılan albay Hüseyin Rauf (Orbay)’a;
İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve mühimmat kaçıran, İtalyan işgalindeki Antalya depolarında bulunan silah ve mühimmatın Kuva-yı Milliye’ye kazandıran Mirliva İbrahim Refet (Bele)’e;
İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesi kaldırılan, nişanları geri alınan ve idamına karar verilen Müşir Mustafa Fevzi (Çakmak)’ye;
Harbiye’de Askeri Taktik ve Strateji Öğretmenliği yapması nedeniyle başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kurtuluş Savaşı’ndaki üstü düzey komutanların büyük çoğunluğu tarafından “Hocam” diye hitap edilen, Büyük Taarruz’dan önce taarruz stratejisinin belirlenmesi için yapılan toplantılarda, tedbirli ve titiz karakteri nedeniyle, taarruz planını çok riskli ve tehlikeli bulduğu için şiddetle itiraz eden, ancak yine de verilen emirleri, biri hariç, harfiyen yerine getiren Orgeneral Yakup Şevki (Subaşı)’ye;
Yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatip olan, Kurtuluş Savaşı’nda cephede Mustafa Kemal’in yanında görev yapan, sivil olmasına rağmen rütbe alarak bir savaş kahramanı sayılan Onbaşı Halide (Edip Adıvar)’ye;
Kağnıyla cepheye silah taşıyan Fatma Nine’ye;
İnebolu’da bulunan cephaneleri Ankara’ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken, kış şartları nedeniyle cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarman, bebeğinede sarılıp onun donmaması için uğraş verirken donarak ölen Şerife Bacı’ya;
Onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenleyen ve aralarında bir Yunan subayı dahil toplam 25 esir askerle geri dönen Erzurumlu Kara Fatma (Seher Erden)’ya;
Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olan Gördesli Makbule’ye;
Çanakkale’de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek alıp dağa çıkan ve Yörük Ali Efe’ye katılan Emir Ayşe’ye;
Düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir sürede düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engelleyen Yörük Ali Efe’ye;
Bekir Ağa Bölüğü`ne baskın düzenleyerek tutuklu bulunan vatansever ve aydınları kurtarıp Anadolu`ya geçmelerini sağlayan Yahya Kaptan’a;
Bir Fransız gemisini kaçırmayı başarınca ona layık görülen istiklal madalyasını geri çevirerek “Ben madalya için değil milletim içim savaştım” diyen İpsiz Recep’e;
Kumardan hileyle kazandığı 45 bin frank ile kendi deyimiyle İzmir’deki vatan görevine başlayan İngiliz Kemal lakabıyla anılan Türk ajan Ahmet Esat (Tomruk)’a;
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın gizli örgütü Karakol’un yöneticisi Naciye Faham’a;
İşkence görmesine rağmen Karakol’un adresini vermeyen Topkapılı ebe Şahende’ye;
Felah Grubu’na saraydan bilgi taşıyan V. Murat’ın kızı Fehime Sultan’a;
İşgal protestolarında on binlere konuşan Şükufe Nihal’e;
Sebahat’e ;
Zeliha’ya;
Darülfünunlu Saime’ye;
12 yaşında İnönü muharebelerinde savaşan Nezahat’e;
“Muhabere bana düğündür Paşam” diyen Mustafa Kemal’in askeri Sivaslı Fatma Seher’e;
Çerkez kadınları örgütleyen Hayriye Melek’e;
Alaşehir’deki zulmü dünyaya çektikleri telgraf ile duyuran Makbule’ye;
Nebile’ye;
Yunan işgaline elinde silahla karşı koyan Turgutlulu Çavuş Ayşe’ye;
Ödemişli Fatma’ya;
Köpekli Nuri Çetesi’ne katılan Aydınlı -namı diğer Binbaşı- Ayşe’ye;
Yörük Ali Efe’nin 1. bölüğünün 4. mangasında nişancı olarak savaşan Emire Aliye’ye;
Elinde balta ile Menderes Köprüsü’nde düşman bekleyen Arşın Teyze’ye;
Sarayköy’e gelen İngilizci Nasihat Kurulu’nun üzerine silahla yürüyen Adöv Ayşe’ye;
Başındaki yırtık örtüsünü erkeklerin yüzüne atıp, “alın bunları örtünün, verin silahları ben savaşırım” diyen Kezban’a;
Mavzeri hiç susmayan şehit eşi Senem Ayşe’ye;
Düğünde takılan altınları Ankara’ya bağışlayan Kastamonulu 17 yaşındaki Hatice’ye;
Üç kızını Mustafa Kemal’e emanet edip Sakarya Cephesine koşan ve yaralanan Ayşe Çavuş’a;
Düşmanla işbirliği yapan oğlunu vurup dağa çıkan Domaniçli Habibe’ye;
Erkek kılığında savaşan ve sonra kadın olduğu anlaşılan Halime Çavuş’a…..
Soyadını İnönü meydanında çarpışa çarpışa alan Mustafa İsmet’e;
“Geldikleri gibi giderler” deyip, geldiklerinden biraz daha hızlı gitmelerini sağlayan Mustafa Kemal’e…
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/08/o-gunleri-unutmayin-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2019-08-27 17:53:232020-11-20 13:20:41O Günleri Unutmayın Kurtuluş Savaşı Kahramanları
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/11/mustafa-kemal-ataturk-2018-10.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2018-11-12 09:43:582021-11-12 14:45:1310 Kasım 20218 Perpa Atatürk Anma Töreni
Mustafa Kemal Atatürk’ü Anma Perpa 2017. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, aramızdan ayrılışının 79. yıl dönümünde Perpa Ticaret Merkezi’nde düzenlenen törenle anıldı. Törene A ve B Blok Yönetimlerinin yanısıra Perpalılar kalabalık bir şekilde katıldılar.
Atatürk’ü Anma 2017
Saat dokuzu beş geçe sirenlerin çalınması, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasından sonra Perpa A Blok Başkanı Hasan Sezgin ve B Blok Sayman Üyesi Hacı Demir, günün anlam ve önemi üzerine birer konuşma yaptılar.
Başkan Hasan Sezgin’in 10 Kasım Mustafa Kemal Atatürk üzerine yaptığı konuşmayı aşağıda okuyabilirsiniz.
Değerli Konuklar,
Sevgili Perpalılar,
Hoş geldiniz,
Atatürk’ü Anma 2017
Bugün burada, Ulusumuzun kurtarıcısı, laik, demokratik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, eşsiz devlet adamı Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 79.yıl dönümü nedeniyle toplanmış bulunmaktayız.
Bu nedenle, başta Atatürk olmak üzere vatan uğruna can veren bütün şehitlerimize Tanrıdan rahmet diliyor, Gazilerimize, şükranlarımı sunuyorum. Bu güzel vatan için Türk Milleti sizi daima minnetle anacaktır. Asla unutmayacaktır.
Atatürk’ü Anma 2017
Değerli Konuklar,
Atatürk’ü, nasıl anlatsam size, bugün nerden başlasam diye çok düşündüm, kolay mı öyle Atatürk’ü anlatmak.
Dünyanın en saygın ve güvenilir yardım kuruluşu olan ve 152 ülkenin üyesi bulunduğu Unesco, tarihinde ilk kez bir yıla devlet adamı ismi vererek kutladı. 1981 yılında ATAMIZIN doğumunun 100.yılı, bütün dünya da Atatürk yılı olarak ilan edildi. Bu karar oybirliği ile alındı. 152 ülke delegesi oy kullandı. Tarihinde ilk kez negatif ve çekimser oy kullanmadan bütün üyeler bir metne imza atmıştır. Teklif, Macaristan delegesinden gelmiştir.
Alınan kararın altında aynen şunlar yazıyor;
ATATÜRK,
Uluslararası anlayış, İşbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi.
Olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı.
Sömürgecilik ve yayılmacılığa, karşı, savaşan, ilk, önder.
İnsan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşi olmayan devlet adamı.
TÜRKİYE CUMHURİYET’ nin, KURUCUSU.
Atatürk’ü Anma 2017
Sevgili Perpalılar,
MUTLUYUM, Ulu önder Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde bağımsız bir ülkenin özgür vatandaşıyım.
GURURLUYUM, İşgal yıllarında 7 yıl askerlik yapmış gazi madalyası ile onurlandırılmış bir dedenin torunuyum ve Atatürk’ü görmüş, ona dokunmuş bir babanın oğluyum.
Sevgili Perpalılar,
Atatürk sadece dostlarının değil düşmanlarının saygısını kazanmış bir liderdir. Ama ne yazık ki bizim çok bilmiş cahiller, Atatürk’ü asla anlamadılar ya da anlamak istemediler.
Atatürk’ü Anma 2017
Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde bağımsız bir ülkede yaşama hakkına kavuşmuş, saraya kul olmaktan kurtarılıp, birey olma hakkı ile birlikte bir kimliğe ve soy isime sahip olanlar. Çeşitli şekilde yalan yanlış, iftira niteliğinde ithamlarla, Atatürk ve silah arkadaşlarını itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Sebep çok basit bunu yapanlar bağımsızlığa karşı manda olmayı veya her hangi bir devlete sömürge olmayı savunanlar, bu yapılanlar en basit deyim ile, ayıptır, yazıktır, vefasızlıktır. Dinimize göre, günahtır ya, vebali ağırdır.
Atatürk’ü Anma 2017
Oysa, bu millet şunu biliyor mu?
Evet milletimiz şunu bilmeli!! Bu gezegenin en doğusunda ilk sabah ezanının okunduğu camii (Japonya’da) Mustafa Kemal Atatürk tarafında yaptırıldı. Bugün bu topraklarda herkes özgür şekilde ibadet edebiliyorsa, Ezan okunuyorsa, Atatürk ve silah arkadaşları sayesindedir.
Sevgili Dostlar,
23 yıldır Perpa Ticaret Merkezindeyim, her 10 Kasım törenine katılmaya çalışıyorum. 2010 yılından bu yana da, bu kürsü de konuşmacı olarak yer alıyorum.
Unutmayın, kurtarıcısına ihanet eden her ülke parçalanarak yok olmaya mahkumdur.
Atatürk’ü Anma 2017
Sevgili Perpalılar,
Aramızdan ayrılışının 79. Yılında, Türk ulusunun yüreğinde ölümsüzleşen ATAMIZI sevgi ve saygıyla anıyor, yüksek hatırası önünde eğiliyor ve şükranlarımı sunuyorum.
Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Ataturk’ü Anıyoruz
Mustafa Kemal Ataturk’ü Anıyoruz 2017
Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Ataturk’ü Anıyoruz
10 Kasım 2017 Cuma günü saat 08:55’de Perpa Ticaret Merkezi 8. Kat Atatürk büstü önünde buluşuyoruz. Tüm Perpalıları bekliyoruz.
10 Kasım gününü artık ATATÜRK’ ün aramızdan ayrılışının anma ve matem günü olmaktan çıkartarak bize bıraktığı büyük eserlere sahip çıkma ve yeni nesillere daha iyi anlatmaya vesile olmalıdır.
Dün olduğu gibi bundan böyle de yolumuzu aydınlatmaya devam edecek, ilke ve devrimleri ülkemizin geleceğine yön vermeyi sürdürecektir.
Bundan hiç şüphemiz yoktur…
Aynı çağda yaşayan gerek kendi milletleri gerekse dünya için endişe ve korku kaynağı olan bazı liderler ya unutulmuş ya da kötü miraslarıyla anılır olmuştur. Oysa ATATÜRK bütün dünyanın saygı duyduğu bir lider olarak anılmaktadır.