Türk Dil Bayramı, Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül 1932 tarihinden bu yana kutlanıyor. Kökenleri tarihin çok eski dönemlerine uzanan dilimizin için kabul edilen Türk Dil Bayramı’nın bu yıl 91. yılını kutluyoruz.
Türk Dil Bayramı nedir, önemi ne?
Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine dil işlerini yürütecek bir oluşumun kurulmasına karar verilmesi ile birlikte ilk kez 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dil Kurumu kurumu kuruldu. Sonrasında ise düzenlenen Türk Dili Kurultayı ise 26 Eylül’ü Dil Bayramı ilan etti.
DİL BAYRAMI TARİHİ
Türk Dil Bayramı
Bir milletin var olabilmesi için dilin en önemli unsur olduğuna inanan Atatürk, 11 Temmuz 1932 tarihinde bir akşam yemeğinde masadakilere dil işlerine yoğunlaşılması gerektiğini söylemesi üzerine Türk Dili Tetkik Cemiyeti adında 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk dili ile ilgilenen bir kurum kuruldu.
Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri İçişleri Bakanlığına giderek başvuruda bulunmasıyla kurulan kurumun adı sonradan Türk Dil Kurumu olarak değiştirildi. Kurumun oluşturulduktan sonra Türk Dil Kurultayı, birçok bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı gibi dönemin önde gelenleri katılır. Türk Dil Kurultaylarının Türk dilinin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi konusunda önemli bir yeri vardır.
Karamanoğlu Mehmet Bey
Karamanoğlu Mehmet Bey
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 mayıs 1277 tarihinde Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak, türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır. Mehmet Bey fermanında “Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda türkçeden gayri dil kullanılmaya… uymayanların boynu vurula….” diyerek türkçenin ve türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma şerefine erişmiştir.
Bu suretle resmi devlet işlerinde kullanılan arapça ve farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur. Mehmet Bey’in fermanı türk kültür tarihinin önemli olaylarından biridir. Günümüzde 13 mayıs tarihi her yıl Karaman’da dil bayramı olarak kutlanmaktadır.
Selçuklu’nun yıkılma döneminde dertlerini anlatmak için saraya giden ahali ne sultanla ne de vezirle anlaşabilmişlerdi. Saray türkçe bilmiyordu. Ancak bir tercüman vasıtası ile anlaşabilmişlerdi. Osmanlı’nın yıkılma dönemi de aynıdır. Saray osmanlıca denen arapça, farsça, türkçe karışımından oluşan garip bir dil kullanıyordu ve halk bu dili anlamıyordu.
Atatürk, türk dilinin yabancı sözcük ve kuralların istilasından kurtarılıp milli ve çağdaş bir dil haline getirilmesi amacıyla 12 temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik cemiyeti (Türk Dil Kurumu)’ni kurmuştur.
Cemiyetin kuruluşuyla birlikte çalışmalara hızla devam edilmiş, 26 eylül 1932’de istanbul dolmabahçe sarayı’nda türk dil kurultayı toplanmıştır. Kurultaya, çok sayıda bilim adamı, yazar, öğretmen, gazeteci, sanatçı ve devlet adamı katılmış, atatürk, kurultayı baştan sona kadar izlemiştir.
Türk Dil Kurultayı’nın toplandığı tarih olan 26 eylül, ülkemizde türk dil bayramı olarak kutlanmaktadır.
Türk tarihimizde ilk kez dile dayalı kapsamlı kültür hamlesi gerçekleştirilmiş, türkçe sadece devlet dili değil, aynı zamanda eğitim, bilim, kültür ve sanat dili de olmuştur. Bunu sağlayan hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk ‘tür.
Tûran’ın bir ili var
ve yalnız bir dili var.
başka dil var diyenin,
başka bir emeli var.
(bkz: ziya gökalp)
”Türk milletinin dili türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. Bir de türk dili, türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde ahlakını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin, dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/09/turk-dil-bayrami-kutlu-olsun-03.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2022-09-26 09:42:012023-09-27 09:53:09Türk Dil Bayramı Kutlu Olsun Karamanoğlu Mehmet Bey
10 Kasım 2021 Perpa Mustafa Kemal Atatürk Anma Töreni
10 Kasım 2021 Perpa Mustafa Kemal Atatürk Anma Töreni
10 Kasım 2021 Perpa
Cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk’ ün, aramızdan ayrılışının 83. yılında Perpa Ticaret Merkezi’nde bir tören düzenlendi.
Anma törenine Perpa Ticaret Merkezi A Blok Başkanı Hasan Sezgin, Perpa B Blok Başkanı Hacı Demir Perpa A Blok Yönetim Kurulu Üyeleri, Perpa B Blok Yönetim Kurulu Üyeleri, Çalışanlar ve Perpalılar katıldılar.
Perpa Ticaret Merkezi 8. Kat Atatürk bütünün önünde yapılan anma töreni saat 8:55’de çelenklerin konulmasıyla başladı. Çelenklerin konulmasından sonra, Perpa Ticaret Merkezi B Blok Başkanı Hacı Demir, Atatürk’ü anlattı.
Anma töreninin sunumunu yapan Anı Sağkan Konuşması
Türkiye, konumu ve temsil ettikleri nedeniyle dünyanın önemli denge noktalarından biri. Bu toprakların güçlü, bağımsız ve barışçıl kimliğini kaybetmesi; kurulu sistemlerin domino taşları gibi devrildiği bir etkiye neden olur.
Günümüz teknolojisinin geldiği boyut düşünüldüğünde oluşabilecek yıkımın boyutlarını tahmin bile edemeyiz. Bu açgözlü kıyametten en çok zararı da anamız doğa ve insanoğlunun her şeyden çok sevdiğini söylediği çocuklar görecek.
Aslında söylediğim biraz gözlemle her insanın düşünebileceği basit bir çıkarım. Ama hırs ve ego insanlığı kör ediyor.
Dünyanın kaderini belirleyen bu topraklarda, neden türklerin yaşadığını hiç düşündünüz mü? Dünyanın yükünü mitolojinin atlas’ı gibi neden biz taşıyoruz? Kaç kere küllerimizden yeniden doğduk ve kaç kere yeniden devlet kurduk? Muhtaç olduğumuz kudret ise damarlarımızdaki asil kanda yani genetiğimizde mevcut.
Atatürk, yüksek dehası ve öngörüsü ile sadece yaşarken değil vefatından sonra da bize kim olduğumuzu, görevimizi hatırlatmaya devam ediyor. Hayatı, sözleri ve yapıtlarıyla asla ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini söylüyor.
İnançlı özümüzü bilim ve sanatla besleyecek yurtta ve dünyada barışı, dengeyi koruyacağız. Atamız bizi çok iyi tanıyordu. Anne babanın çocuklarını tanıdığı gibi… bizim iyi, kötü yanlarımızı, eksikliklerimizi ve güçlü yönlerimizi biliyordu.
Bize verdiği öğütlerin nedenlerini gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz. Ergenlikten olgunluk yıllarına geçen bir evlat kadar iyi anlıyoruz. Bakın mustafa kemal atatürk kaleme aldığı şiirinde, halkına inancını nasıl dile getiriyor.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları
Avrupa’nın alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz
Nerede olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendilerini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biziz.
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar.
Ey yığın yığın insan gafletleri.
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede?
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal Atatürk
Ebediyete intikal edişinin 83. Yılında atamızı saygı ve minnetle anıyoruz.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2021/11/10-kasim-2021-perpa-2.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2021-11-12 12:59:002023-12-02 12:02:0710 Kasım 2021 Perpa Mustafa Kemal Atatürk Anma Töreni
Çanakkale Geçilmez Çanakkale Zaferimizin 106. yıldönümünde başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.
Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Geçilmez
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Çanakkale Zaferimizin 105. yıldönümünde başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Vatan size minnettardır.
Çanakkale Savaşı
Seyit Onbaşı
Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşırken 1915- 1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür.
Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Havada Çarpışan Mermiler
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir.
Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır.
Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır.
Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir.
Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı.
Batan İngiliz Gemisi
O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır.
Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.
Hesaplaşma
Savaş Öncesi Avrupa Devletlerinin Genel Durumu
Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa kendi sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa’yı ikiye bölüyordu. Diğer yandan Almanya- Fransa ve Rusya- Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu.
Bu olay üzerine Avusturya’nın 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başlamış oluyordu. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan “üçlü ittifak devletleri” bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan “üçlü itilaf devletleri” sonunda taraflar Avrupa’yı ikiye bölmeyi başarmışlardı. Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de bir yıl sonra İtilaf Devletleri’ne katıldı.
Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü en geniş sınırlarına sahip olmuş, her çeşit millet ve inanışı içinde barındıran ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti’ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu.
Son olarak Trablusgarp savaşı ve Balkan savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, doğu Trakya dışında Avrupa’daki bütün topraklarını kaybetmiş, diğer ülkelerin nezdinde ki saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti’nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.
Osmanlı – Alman İttifakı
Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin’i ele geçirmeyi tasarlıyor. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya’nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya’ya sahip olmak istiyordu.
Birinci dünya savaşının patlak vermesinin ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya’nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı’yı Almanya’ya doğru itti ve 2 Ağustos 1914’te yapılan gizli bir antlaşma ile Osmanlı – Alman ittifakı kesinleşmişti. Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914’te İngiliz donanmasından kaçan Goben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisini boğazlardan geçmesine izin verir ve Boğazları tüm yabancı gemilere kapatır.
Goben ve Breslau boğazlardan geçmesi İtilaf devletlerinin tepkisine yol açmıştı. Bu gemilerin Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a geçmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü Osmanlı devleti, Boğazlar antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman donanmasına bağlı bu gemilerin Boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı.
Bunun üzerine Osmanlı devleti, bu iki gemiyi daha önce İngilizlere sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıklar. Böylece, Yavuz ve Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanmasına katılmış olur. 27 Eylül 1914’te Amiral Soucgon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz’e Ruslara ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914’te Ruslar Kafkasya’da sınırı geçerek fiilen savaş başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşı içine çekilmiş olur.
İtilaf Devletleri’nin Boğazları açma nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu stratejik önem yatıyordu. Rusya’ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca Boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti.
Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı. Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş açma kararı aldı ve bu karara Fransa’da katıldı.
Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman Orduları, Fransız-İngiliz savunmasını yaramamışlar, tüm Batı Cephesi’nde cepheler kilitlenmişti. Bu durum Almanya açısından Batı Cephesi’ndeki savaşta kısa sürede bitmeyeceği anlamına geliyordu.
Avrupa cephelerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı. Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapmaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine gerek duyuyordu. Fransa ve İngiltere’nin desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır.
Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir. Baltık Denizi ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise aynı şekilde Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı Devleti’nin denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur.
Çok yakın geçmişte, Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp Savaşı’nda ve Sarıkamış Harekatı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı Devleti’nin askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak değerlendirilmektedir. Avrupalılarca “hasta adam” olarak görülen yaşlı Osmanlı Devleti’nin boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir.
Eğer boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse, Rusya’nın desteklenmesi olanaklıdır. Gerçekten de Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını istemiştir. Böylece Kafkasya da Osmanlı ordusunun baskısı hafifleyecektir.
Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur. Bu tespit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının sorgulanmasına yol açmıştı.
Ayrıca İngiliz donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile daha etkili ve sonuç alıcı bir harekata girişilmesi yolları aranmaya başlandı. Sonuçta Boğazlara yönelik bir operasyon planı üzerinde tartışılmaya başlanmıştır.
Rusya ile bağlantının bu şekilde boğazların kontrolünün sağlanarak sonuçlandırılması, Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’un da işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda gerçekleşecek sonuçlardır.
Çanakkale Geçilmez – Deniz Harekatı
Winston Churchill
Dünyadaki bütün denizlere hakim olmaya çalışan İngilizler, boğazları ele geçirmek için donamanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’in şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi.
Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf devletlerinin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşılacağını bilmiyordu.
17 Mart 1915’te Amiral Carden’in yerine Amiral de Robeck’in atanmasıyla 18 Mart da gerçekleşecek plan uygulanmaya konuluyordu. Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Queen Elizabeth Zırhlısı
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemilerinden oluşan 1. tümen saat 10:30’da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi.
Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12:00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı.
Plana göre büyük savaş gemilerinden oluşturulan 3. tümen, 1. tümenin arkasından harekete geçti ve hat önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında hatta vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu.
3. tümene ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George hattın kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye Tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. tümen 3. tümenin yerini alacak ve kurulan B hattından son olarak yakın muharebe yapılarak tabyalar içinden olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı.
Çanakkale’de Askerlerimiz
Fakat 3. tümenin yerini alacak 2. tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla Boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye Tabyasınca ateş altındayken 3 dakika içinde sulara gömüldü. İtilaf donanmasında büyük bir şaşkınlık yaşanıyordu.
Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12:30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15:30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada ya ulaştı. 2. tümen İngiliz gemileri, 3. tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı.
Saat 14:30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah Tabyasını bombardıman ediyorlardı. Saat 15:00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışı kalmıştı.
Seyit Onbaşı’dan daha sonra aynı topu bir daha kaldırması istenmiş fakat kaldıramamıştır. Bu nedenle tahtadan yapılmış bir topla fotoğraf çektirmiştir.
Siperde Mustafa Kemal Atatürk
Anadolu Hamidiye Tabyası hasar görmemişti ve İrrisitible’a ateş ediyordu. Saat 15:14’de İrrisitible’de korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16:15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. tümenin geri çekilmesi için emir verdi.
Bu sırada Seyit Ali Onbaşı tek başına taşıdığı 215 kg’lık topu kundağa yerleştiriyor ve Ocean’ı durmadan yaralıyordu. Bunun üzerine bir de 18:05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarptı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından kurtarıldı. 18 Mart’a yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı.
Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, De Robeck ve Churchiil gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a çıkabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu. Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti.
Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara harekatına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale’de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman Von Sanders getirilmiştir. Kıyılar dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan Yarbay Mustafa Kemal’di.
Çanakkale Savaşı – Kara Harekatı
Çanakkale Geçilmez
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekatı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekatı’na çevirmişti. Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu Yarımadası’nı işgal etmek mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilir. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.
Londra’da ise, harekatı Donanma yalnız mı yapsın, yoksa Kara ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmakta idi. Bir kara ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla beraber son karar, savaş bakanı Lord Kitchener’in di. O ise, ısrarla elinde birlik olmadığını söylüyordu, ama seçkin bir birlik olan ve İngiltere’de bulunan 29’ncu Tümen’e hiçbir görev verilmemişti.
Nihayet Mart’ta Kitchener Çanakkalecilerin tarafına kayarak 29’ncu Tümenin Ege’ye sevk edileceğini, Çanakkale’de bulunan deniz piyadelerine Gelibolu Yarımadasının temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde bulunan İngiliz generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat’ta bu birliğin yerine o sırada Mısır’da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
Çanakkale Geçilmez
General Sir William Birdwood
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart da 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenleri vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekatını geri bırakılmasını, bu surette Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu.
O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan sefer kuvvetleri’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
Bu savaş kimi zaman çıkartmalarla kimi zaman kanlı boğuşmalarla ama genelde siper savaşları dediğimiz psikolojik bir harekata da dönüşecektir. Kara savaşları 25 Nisan sabahı başlayıp 9 Ocağa kadar devam edecektir. Her iki tarafın toplam yarım milyona yakın zayiat verdiği, dünya tarihinde bir eşi olmayan bir savaş yaşanmıştır. 18 Marttaki mağlubiyete bizzat şahit olan Hamilton, yenilginin nedenini ve bundan sonra nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini konusunda fikirleri değişmiş ve donanmasının bu işi tek başına becerecek durumda olmadığı kanaatine varmıştı.
İtilaf devletleri karadan yapılacak harekat için hazırlıklara vakit kaybetmeden başlamışlardı. Deniz Tümeni’ni taşıyan 14 nakliye gemisi, 27 Martta Mısır’ın Port Sait Limanı’nda toplanmış, ertesi gün de 29. Tümen ile Fransız kuvvetlerini taşıyan 50 kadar gemiden oluşan armada, İskenderiye’ye varmıştı. Mısırda hazırlıklar devam ederken 75.000 kişiyi bulan birliklerin nakli ancak 22 Nisana kadar tamamlanmıştır.
25 Nisan 1915 Kara Taarruzu
Limni Adası’nda günlerini tatbikat yaparak geçiren müttefiklerin harekat günü 23 Nisan olara belirlenmiş olsa da hava muhalefeti nedeniyle çıkartmayı 48 saatlik bir gecikmeyle 25 Nisan da yapmaya karar vermişlerdir. Seddülbahir’den Bolayır’a kadar şiddetli bombardımanla beraber 25 Nisan sabahı saat 05:00’te düşmanın birçok yerde çıkarmaya başladığı haberleri gelmeye başladı.
Liman Paşa, düşüncesinde ısrar ederek, gelen raporları kurmayları ile değerlendirmemiş, hatta bu durumu memnuniyet verici olarak değerlendirmiştir. Liman Paşa, fikrinde ısrarı günün bütününde de sürmüş, Alman yaveri Prigge ile Bolayır kıyılarında akşama kadar çıkarma gösterisini izlemekle yetinmiştir. Seddülbahir’den gelen raporlar üzerine durumun kritik bir hal alması üzerine 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa asıl çıkartma yerleri hakkında Liman paşayı ikna etmeye gitmişti.
Liman Paşa, Bolayır’da akşama kadar beklemeyi tercih etmiştir. Halbuki, düşmanı Seddülbahir’de karşılayan 9. Tümen Komutanı Sami Bey, alınacak son önlemleri belirterek, takviye beklemiştir.
Anzak Koyu, 25 Nisan 1915
Diğer yandan Arıburnu sırtlarından da düşmanın ilerlemesi, 9. Tümen’in 27. Alay’ını harekete geçirmesi ile durdurulmuş olmakla beraber durumunun kritikliği devam etmektedir. Arıburnu çıkartmasında General Birdwoord yönetiminde ki Anzak Kolordusu’na bu görev verildi. Ancak kolordunun hedefi Kabatepenin Kuzeyinde karaya çıkmak, sol tarafını emniyete alarak Maydos’a doğru doğu istikametinde yürümekti.
Anzak Kolordusu’nun gerçekleştireceği bu çıkarma, Avustralya ve Yeni Zelanda tarihi gibi Türk tarihi açısından da büyük öneme sahiptir. Zira Boğaz’ın kilit noktası, Kilitbahir platosunun muhafazası için önemli bir konuma sahip olan Kocaçimen ve Conkbayırı tepelerine hakim olma mücadelesi sahnelenecekti.
Anzakların “Gun Ridge” adını verdikleri Kavaktepe, Conkbayırı, Kocaçimentepe hattını hızla ele geçirmek suretiyle ilk örtme kuvvetinin hemen arkasından karaya çıkacak ana kuvvetin, nispeten daha az arızalı araziyi aşarak Maltepe ve Maydos’a hızla ilerlemesi için yol açılmış olacaktı. Böylece Seddülbahir’deki Türk birliklerinin geri irtibatı tamamen kesilecekti.
Çanakkale Geçilmez Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi Kitre Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur. bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kitre Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadındaki 2 İngiliz tugayı, sağ kanadında ise 5 Fransız taburu taarruza katılmıştır. Türk savunması İngiliz taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir.
Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefikler taarruz çıkış hatlarına geri çekilmişlerdir. Türk kayıpları 2.380, müttefik kayıpları ise 3.000’dir.
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kitre Muharebesi’dir. 8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası”, en soldan taarruz edecek olan bir İngiliz tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir.
Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekata girişememişlerdir. Türk ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Türk tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır.
Balonlarla yapılan hava keşfi de Türk mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle karşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı 6.500, Türk kaybı ise 2.000’dir.
Müttefik kuvvetlerinin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kitre Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Türk cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Türk siperlerine girmişlerdir.
Yarbay Selahattin Adil siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki 12. Tümen’in karşı taarruzuyla bir siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Türk siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Türk hatlarının kırılması önlenmiştir.
Türk cephesi, Kitre Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Türk 9. Tümen’in saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki П. Tümen’in taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir.
6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalara geçmiştir. Üçüncü Kitre Muharebesi’nde müttefik kayıpları 7.500, Türk kayıpları ise 4.500 yaralı, 4.500 şehittir.
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutanı H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (sikler merkezi) oluşturulacaktı.
Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır.
Muharebelerde Fransız kayıpları 2.500, Türk kayıpları ise 6.000 kişidir.
Bir sonraki Zığındere Harekatı, bu kez cephenin sol kanadında taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca iç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektedir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki 11. Tümen’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır.
Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Türk siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. bombardıman sonrasında Türk ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır.
800 metre mesafedeki Kitre Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Türk karşı taarruzları başlamıştır. Siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır.
Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü ilk kez yenilenen Türk taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in 5. Tümen’in Zığın sırtına ve Albay Nicola’nın komutasındaki 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştır.
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür.
Hazırlık ateşi ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmasının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. İkinci girişilen İngiliz taarruzu, Türk topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Türk siperlerinde tutunmayı başarmıştır.
iki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Türk kayıpları ise 9.700’dür.
Bu muharebeler sonunda Sedülbahir Cephesi’nde Türk kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkartma yapmayı planlamıştır. Bu çıkartma harekatının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekatı ile aynı tarihte uygulamasına karar verilmiştir.
Ayrıca Türk savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kitre Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı İngiliz birliklerinin taarruzlarıyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır.
Taarruzun ikinci günü girişilen İngiliz taarruzları, Kitre Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir. Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan İngiliz taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sir Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi’nde hiçbir askeri harekata girişilmemesi emrini vermiştir.
Arıburnu Cephesi
Arıburnu Cephesi’nde 25 Nisan 1915 sabahı çıkartma yapılan Anzak Kolordusu örttü kuvvetleri, sahildeki Türk gözetleme postalarını atarak bir köprübaşı oluşturmuşlardır. Sahile çıkan örtü kuvveti, üç koldan sırtlara ilerlemiştir. Sırtlardaki Türk direnişi, ileri harekatı yer yer engelliyor, genel olarak geciktiriyordu ama sahil tehdit edecek bir harekat gösteremiyordu.
Buna karşın sırtlarda yer yer süren çatışmalarda Anzak kayıpları artmakta, sahile yağan takviye talepleri karşısında çıkan tüm birlikler derhal ateş hattına gönderilmektedir, sahilde ihtiyat tutulamamaktadır. Anzak mevzilerine taarruza girişmiştir. Bu taarruzla Anzak birlikleri sırtın batı yamaçlarına çekilmişlerdir.
Ordu ihtiyatındaki 19. Tümen komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal çıkartma başladığı sıralarda 57. Alay ve bir topçu bataryasıyla Conk Bayırı’na hareket etmişti. Karargahta, 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa’ya kararını anlatmıştır. Esat Paşa, bu kararı onaylamış, Albay Halil Sami Bey’in 27. Alay’ını da yarbayın komutası altına vermiştir.
Esasen 19. Tümen, ordu ihtiyatıdır, ancak Mareşal Sanders’le halen temas kurulamamış olması nedeniyle Esat Paşa, kendi inisiyatifini kullanarak tümeni komutası altına almış ve Mustafa Kemal’in görüşü yönünde görevlendirmiştir.
Bu arada Kılıçbayır yönüne sevk edilen Avustralya birlikleri, bölgeye ulaşır olaşmaz muharebeye sürülmektedir. Çünkü Türklerin sırtlardan aşağı akıp cephe hattını kırmaları an meselesi olarak görünmektedir. 19. Tümen’e bağlı dört alayın bölgeye intikali ardından Türk Arıburnu Kuvvetleri Yarbay Mustafa Kemal Bey emriyle saat 15:30 dolaylarında yeniden bu kez toplu olarak taarruza geçmişlerdir.
General Hamilton anılarında şöyle anlatır. “Gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.” Bu taarruzun sonucunda Kılıçbayır’ın iki yanından gelişen Türk taarruzları karşısında Kılıçbayır ve hemen güneybatısındaki Cesaret tepe kesin olarak Türklerin eline geçmiştir.
Düztepe’nin alınması, Türk birliklerine Kılıçbayır üstünden Anzak sahiline geniş bir taarruz hattı açmıştı ama, Türklerin zaten ellerindeki az bir kuvvetle yaptıkları bu taarruzu sürdürecek kuvvetleri yoktur. Anzak cephesindeki bu gedik, savaş boyunca kalmıştır.
Harekatın ilk günüde karaya çıkartılan asker sayısı 15.000’dir. yaklaşık 2.000’i ölü olmak üzere kayıplar 3.500’dür. gece yarısına doğru Anzak Kolordusu Komutanı Birdwood, emrindeki her iki tümen komutanın da tahliyeden yana olduklarını, kendisinin de bu görüşü paylaştığını General Hamilton’a bildirmiştir.
Anzak ordusu gün boyu süren çatışmalardan dolayı bitkindir, morali düşüktür, birlikler halen dağınıktır. Gün boyu süren Türk taarruzları, Anzak cephesinin kuzey batı kesimindeki sırtta (Kılıçbayır) bir gedik oluşturmuştur. Bu gedik Anzak çıkartma bölgesi için bir tehdit oluşturmaktaydı.
Gece boyu takviye alan Trük kuvvetlerinin etkin biir topçu desteğiyle sabah girişecekleri bir karşı taarruza kesin gözüyle bakılmaktadır. Ordunun bu haliyle bu saldırıyı göğüsleyemeyeceğinden, sahilde imha edileceğinden korkulmaktadır.
Amiral Thursby ise tahliyenin çok fazla kayba neden olacağını, pozisyonu korumanın daha iyi olacağı görüşündedir. General Hamilton, sahilde kalınarak birliklerin direnmeye devam etmesine karar vermiştir.
Takviye olarak bölgeye gönderilen İngiliz 9. Kolordusu’nun Suvla Koyu’na çıkartma yaptığı 5-6 Ağustos gecesi, bir Anzak tümeni gece yürüyüşüne geçmiştir. Hedefleri, Kocaçimen Tepesi-Besim Tepe-Conk Bayırı hattıdır. Sarı Bayır Harekatı olarak bilinen harekatta Anzak birlikleri sırtlara kadar yaklaşabilmiş ama sırtları alamamıştır.
Muharebelerin yoğunluğu Conk Bayırı bölgesinde olmuş, Conk Bayırı Muharebesi 9 Ağustos 1915 tarihine kadar sürmüştür. Kurmay Albay Mustafa Kemal’in 10 Ağustos sabahı başlattığı taarruz ile Anzak kuvvetleri sırtlardan çekilmek zorunda kalmışlardır.
Suvla Koyu’nda İngiliz Kolordusu’nun ikinci genel taarruzuyla aynı gün 21 Ağustos’da Anzak birliklerinin sonuçsuz Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın son muharebesi olmuştur.
Anafartalar Cephesi
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzii harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur.
Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Türk kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak yapmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu’na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu’ndaki Anzak kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir.
Gelibolu Yarımadası’nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır. 5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Türk taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihin bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştır.
Türk taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı başarabilmiştir. Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi gün, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi-Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır.
Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve 9. Tümen komutanı Albay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzuyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Türk taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi Yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri sürmüş olup iki Türk taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.
Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi’nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi’nde ise Suvla Ovası’nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Türk mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sir Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir.
Bu amaçlar sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Muharebesi olarak bilinen taarruz, Türk savunması önündeki ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen’i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe’den çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz kuvvetlerinin eline düşecektir.
Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu’na çıkartma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey Komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara yüzbaşı Kadri Bey’in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe-Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır.
Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Aynı gün başarısız bulunan İngiliz 9. kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır. Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi.
Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartala Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Ananfartalar grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Savaşı
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir.
İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Türk savunmasının elinde kalmıştır.
Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebedir.
Müttefik Birliklerinin Tahliye Kararı
Müttefiklerin Gelibolu Seferi’ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekatı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan’ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de İngiliz Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir.
Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır.
General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır
Çanakkale Savaşı’ndaki Asker Kayıpları
1.Müttefik toplamı 44.072-97.037-141.109
2.Birleşik Krallık 21.255-52.230-73.485
3.Fransa Krallığı 10.000-17.000-27.000
4.Avustralya (1) 7.594-20.000-27.594
5.Yeni Zelanda (2) 2.701-4.546-7.247
6.Hindistan 1.358-3.421-4.779
Çanakkale Savaşı’nın sonuçları
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçmemiş, İstanbul’u işgal edememiştir.
Pek çok tarihçi, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmesinde ve 1. Dünya Savaşı 2 yıl uzamasından bu olayın önemli payı olduğu görüşündedir. Çanakkale Savaşı, müttefikleriyle Rusya’nın irtibatını önlemiş, bu arada Lenin ve yandaşları Bolşeviklerin Ekim devrimi ile Rusya savaş dışı kalmıştır.
Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerin birbirinden ayırmıştır. Sovyet Rusya Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetine belirli ölçüde lojistik destek sağlamıştır.
Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadası’na bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri hafiflemiştir. Savaşta, çok sayıda eğitilmiş insan kaybedilmesi nedeniyle Cumhuriyet Dönemi’nde eğitilmiş insan sıkıntısı çekilmiştir.
Karşılıklı olarak çok büyük insan ve malzeme zayiatı verilmiştir. Mustafa Kemal bu savaşta Conkbayırı Anafartalar ve Arıburnu’nda görev yapmıştır. Çıkartmanın ilk günü Conkbayırı’ndaki müdahalesi ve savaşın son aşamalarında üstlendiği görevler, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini ortaya çıkarmış, “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasını sağlamıştır.
Bu durum daha sonraları Mustafa Kemal’in milli liderliğini ortaya çıkarmıştır.
Çanakkale Geçilmez Anılar
Düşmanının bile gurur duyabildiği bir ORDU
Düşmanının bile gurur duyabildiği bir ORDU
Çanakkale Savaşı’nda bir kolu ve bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges’in yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırası. Şöyle diyor Generali Bridges:
“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Savaş sahasında döğüş bitmişti. ‘Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
– Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
“Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün”.
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler…”
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2021/03/canakkale-zaferi-09.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2021-03-17 08:26:562021-03-19 11:46:14Çanakkale Geçilmez 18 Mart 1915 Deniz Zaferi
Atatürk ve Azerbaycan Türkleri Hakkında Düşünceleri
10 Kasım 2020
Atatürk ve Azerbaycan
Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 82. yıl dönümünde saygı ve minnetle anıyoruz.
Atatürk ve Azerbaycan hakkındaki düşüncelerini aşağıda yayınlıyoruz.
15.10.1921 yılında güven mektubunu sunan Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof’a Mustafa Kemal Atatürk’ün söyledikleri;
Saygıdeğer Temsilci Hazretleri,
Atatürk ve Azerbaycan
Azerbaycan Türklerinin ve Sosyal Azerbaycan Şûra Hükûmetinin kardeşlik selâmına Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun ordusu adına yüce şahsınız aracılığıyla yine kardeşçe karşılık vermekle mutluyuz. Türkiye halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun ordusu, Azerbaycanlıların ve temsilcisi olduğunuz hükûmetin hakkımızda gösterdiği içtenlikten mutludur. İşgâl düşüncesi ile açılmış olan Dünya Savaşını sona erdiren galipler, önerdikleri barış şartları ile vatan topraklarımızı, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü elimizden almaya, yüzyıllardan beri İslâmın ve Türklüğün fedakâr koruyucusu olan milletimizi esir derecesine indirmeye kalkıştılar.
İki yıldır Rumeli ve Anadolu’da görülen hareketlerimiz bu zorbaca saldırıya karşı koymaktan ve her varlığın yaratılıştan sahip olduğu kendini savunma hakkını kullanmasından başka bir şey değildir. Millî sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz.
Bu haklı ve kanunî amacımızı kazanmak için uğraşıyoruz. Şu kutsal savaşta milletimiz, İslâmın kurtuluşuna, dünyada zulüm görmüş ve haksızlığa uğramış olanların rahatlığının artırılmasına hizmet etmekle övünmektedir. Milletimiz bu gerçeğin kardeş Azerbaycan’ın temsilcisi tarafından onaylandığını duymakla büyük bir mutluluk duyar.
Rumeli ve Anadolu halkı, Azerbaycan Türkü kardeşlerinin kalbinin, kendi kalbi gibi çarptığını bilirler. Bunun için getirdiğiniz selâm hediyesinin ne kadar derin ve yüce bir duygunun eseri olduğunu bilir ve bu selâmı alırken Azerbaycan Türklerinin de bir daha esarete düşmemelerini ve haklarının ayaklar altına alınmamasını istemektedirler.
Azerbaycan Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz
Atatürk ve Azerbaycan
Azerbaycan Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için onların dileklerine ulaşmaları, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi çok sevindirir.
Türk’ün mutluluğu ve haksızlığa uğramışların kurtuluşu yolunda Azerbaycan Türklerinin de, kanını dökmeye hazır bulunduklarına dair açıklamalarınız işgâlcilere karşı Türk’ün ve haksızlığa uğramışların gücünü artıran çok değerli bir sözdür. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmetinin, iki kardeş millet arasındaki bağ ve ilginin daha sağlam ve dayanıklı bir şekle konulmasına bütün gücüyle çalışacağını ve bu konuda size gereken her türlü yardımları yapacağını arz ederim.
Saygıdeğer temsilci Hazretleri, Kardeş Azerbaycan Türklerinin belirttikleri içten sözlerden çok fazla duygulandığımı bir daha söyleyerek ve ordumuzun başarısı adına ortaya koyduğunuz dileklere karşı içten teşekkürlerimin kabulünü rica ederim.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2020/11/10-kasim-09.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2020-11-09 10:52:132021-11-12 14:40:49Atatürk ve Azerbaycan Türkleri Hakkında Düşünceleri
57 yıllık yaşamında katıldığı 11 savaşın içinde bile kitap okuyan Mustafa Kemal Atatürk’ün kitap önerileri
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kitap Önerileri:
1-) Çalıkuşu – Reşat Nuri Güntekin
Romanda, İstanbullu köklü bir ailenin kızı olan çocuk ruhlu Feride’nin çok sevdiği nişanlısı tarafından ihanete uğramasıyla kendini öğretmenlik mesleğine adaması ve hayatını kazanabilmek için Anadolu’da şehir şehir dolaşması anlatılır.Çalıkuşunda duygusal bir olayı anlatmakla birlikte toplumsal sorunlarının eleştirel olarak da ortaya koymaktadır. Çalıkuşu, Türkiye’de yeni ve modern bir dönemin başlamasını özendiren bir roman olarak kabul edilmektedir.
Atatürk’ün Önerdiği Kitaplar
2-) Beyaz Zambaklar Ülkesinde – Grigory Petrov
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, bataklıklardan, göllerden, granit taşlarından oluşan Finlandiya ülkesinin nasıl kalkındığının, “zambaklar ülkesi”ne nasıl dönüştüğünün hikâyesidir. Finlandiya’nın, bir avuç insanın çabasıyla ve azmiyle nasıl küllerinden doğduğunu anlatır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, tüm öğrencilere tavsiye edilmesini ve özellikle askeri okullarda zorunlu olarak okutulmasını istediği bu kitap, herkes için bir başucu eseri niteliğindedir.
Atatürk bu kitabı askeri okulların müfredatına konulmasını emretmiştir.
3-) Belleten
Belleten, Türk Tarih Kurumu tarafından, Ocak 1937’den bu yana dört ayda bir Türkçe olarak yayımlanmakta olan, dil ve tarih konulu makalelere yer veren bir dergi.
4-) Toplum Sözleşmesi – Jean Jacques Rousseau
Jean-Jacques Rousseau; Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev’den Emile’e, İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı’ndan İtiraflar’a, insanlık tarihinde çığır açan Aydınlanma düşüncesinin en önemli Romantik düşünür-yazarıdır. Toplum Sözleşmesi’yse (1762) yayımlandığı günden bugüne toplumların birarada yaşayışlarına ilişkin en temel düşünce yapıtlarından biri olma özelliğini sürdürmektedir.
5-) Türkçülüğün Esasları – Ziya Gökalp
Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından olan Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eseriyle “Türk milletindenim” demenin ne demek olduğunu, Türk milletinin kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini öğreten bir ilk öğretmendir. Bu çabalarıyla Türk milliyetçiliğinin zeminini de hazırlayan Gökalp, kendisine kadar dağınık bir halde gelen düşünceleri bir araya getirerek, gerçek anlamını bulan bu düşünceye Türkçülük adını vermiş ve milletin bundan sonra gideceği yolu tayin etmiştir. İmparatorluktan Millî-Devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp’ın, insanların kafalarının karışık olduğu bir dönemde, bu karışıklığa çözüm bulmak amacıyla Türk toplumu ve kültürü üzerine yaptığı sosyolojik, kültürel ve siyasî değerlendirmeler geçerliliğini bugün de muhafaza etmektedir.
Profesör Doktor Aydın Sayılı İlk Bilim Tarihi Doktoru
Prof. Dr. Aydın Sayılı ve Mustafa Kemal Atatürk
Prof. Dr. Aydın Sayılı
Yıl 1933, günlerden 28 Haziran, yer ise “Ankara Atatürk Lisesi”
Tüm öğrenciler, okula gelecek heyet için hazırlanmış ve sabırsızlanmaktadır. Kapıya siyah bir Lincoln yanaşır. İçinden Salih Bozok, Reşit Galip ve Mustafa Kemal Atatürk iner. Öğrenciler coşkuyla alkışlamaya başlar, Atatürk ise gençleri selamlayarak okula girer.
O gün okulun bitirme sınavları yapılacaktır. Son sınıf öğrencileri tek tek sınıfa alınır ve heyet karşısında sınava tabi tutulur. Atatürk de sınav komisyonunda yer almak ister ve oturur. Sınava ilk giren öğrenci olan “Orhan” ve “Oktay” heyetin ve Atatürk’ün sorularını yanıtlayıp mezun olmaya hak kazanırlar.
Hemen sonra “Aydın” isminde bir öğrenci gelir ve 1 saat kadar içeride kalır. Dışarıdaki öğrenciler Aydın’ın bu kadar uzun süre içeride kalmasına anlam veremezler. Tarih, Coğrafya, Yurt Bilgisi, o kadar çok soru sorulur ki Aydın’a onu bizzat Atatürk imtihan etmiştir. Sonunda yanındaki Reşit Galip’e dönerek “Bu genç fevkalade zeki! Bir an önce yurt dışına tahsile yollayalım!” der.
Profesör Doktor Aydın Sayılı
Ertesi gün Aydın makama çağrılır ve eline bizzat Atatürk’ün yazdığı gurur mektubu bir zarf içinde verilir.
Ve Aydın, Atatürk’ün isteğiyle, devlet bursuyla yurt dışına gönderilir. Amerika’da Harvard’a girer ve bilim tarihi üzerine “dünyada ilk doktora yapan kişi” unvanını kazanır. Hemen sonra Türkiye’ye gelip bilim tarihi kürsüsünü kurar.
Uluslararası Bilim Tarihi üyeliğine seçilir ve Unesco gibi birçok kurum ve dünyanın çeşitli ülkelerinden ödüller alır. Binlerce Türk gencini yetiştirir. İşte bahsettiğimiz bu “Aydın”, şu an kullandığımız 5 liranın üzerinde de bulunan Ordinaryus Profesör Dr. Aydın Sayılı‘nın ta kendisidir…
Peki Atatürk’ün bizzat imtihan ettiği Orhan ve Oktay kim midir? Hepimizin severek kitaplarını okuduğu “Orhan Veli” ve “Oktay Rıfat”…
İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin parlak ve aydın zihinleri böyle zekice stratejiler ile ortaya çıkmış ve binbir zorlukla gönderildikleri dış dünyadan öğrendiklerini dönüp binlerce gence aktarmışlardır!
Türkiye Cumhuriyeti uğruna harcanan her alın terine
Saygı ve Minnetle…
Üniversite Yılları Bilim Tarihi Uzmanı
Profesör Doktor Aydın Sayılı
Türkiye’de bilim tarihçiliğinin yerleşmesini sağlamış bilim adamıdır. Ordinaryüs Profesör Doktor unvanı taşır. 1942 yılında Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi alanında doktorasını tamamlamış olan Sayılı, dünyada bilim tarihi alanında bilinen ilk doktora derecesinin sahibidir. 2009 yılında tedavüle sürülen 5 Türk Lirası banknotlarının arka yüzünde portresi bulunur.
Profesör Doktor Aydın Sayılı Yaşamı
Beş Lira Üzerindeki Resim
2 Mayıs 1913’te İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Abdurrahman Bey, annesi Suat Hanım’dır. Ailesinin üçüncü çocuğu idi. Babasının İran’da görev yapması nedeniyle çocukluğunun bir kısmı İran’da geçti.
İlköğrenimini İstanbul’da orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1933 yılında Ankara Atatürk Lisesi’ndeki mezuniyet sınavları sırasında sınav heyeti içinde cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk de yer alıyordu. Cumhurbaşkanı, gösterdiği üstün başarı üzerine bu öğrenci ile ilgilenilmesini istemişti. Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey, kendisini bilim tarihi ile ilgilenmeye yönlendirdi. Liseyi bitirdiği yıl, Millî Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışına öğrenci göndermek için açtığı sınavı kazandı ve Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi okumak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. George Sarton onun yetişmesinde çok etkili oldu. 1942 yılında George Sarton’un yönettiği “İslam Dünyasında Bilim Kurumları” başlıklı tezi ile Harvard Üniversitesi’nden doktora derecesi aldı. Bu doktora, dünyada bilim tarihi alanında verilen ilk doktora derecesi olarak bilinir.
1943 yılında yurda döndüğünde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde göreve başladı. Onun göreve başlamasıyla bölüm programına tarih dersleri konuldu. 1946’da felsefe kürsüsüne Bilim Tarihi Doçenti olarak atandı. 1952 yılında Bilim Tarihi Profesörü oldu. 1952-53 ve 1956-57 yıllarında ABD hükûmeti ve Fords Vakfı’ndan aldığı burslarla 10-11 ay süreli olarak ABD’de kaldı ve araştırma yaptı. Çeşitli Amerikan üniversitelerinden aldığı teklifleri, Ankara’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmek için reddetti. 1958 yılında Ordinaryüs Profesör unvanını aldı. Başyapıtı olan “İslam Dünyasında Rasathane ve Genel Rasathane Tarihi İçindeki Yeri” adlı eserini 1960’ta yayımladı. 1974 yılında fakültenin Felsefe Bölümü Başkanlığına seçildi; 1983’te emekli oluncaya kadar bölüm başkanlığını sürdürdü.
Sayılı, Ankara Üniversitesi’nde hizmet verdiği uzun yıllar boyunca sadece 3 doktora öğrencisi yetiştirdi. Sevim Tekeli astronomi tarihi, Esin Kahya doğa bilimleri ve tıp tarihi, Melek Dosay ise matematik tarihi alanında doktoralarını yaptı.
Üniversitedeki görevinin yanı sıra 1947’de Türk Tarih Kurumu tam üyeliğine seçilerek bu kurumda çalışmalar yürüten Sayılı, Ortaçağ Türk Tarih Kol Başkanı olarak yıllarca hizmet etti.
1961’de Uluslararası Bilim Tarihi Akademisi’nin tam üyesi oldu ve 1962’den itibaren 3 yıl boyunca bu kurumda as-başkanlık yaptı.
Üniversitedeki görevinden emekli olduktan sonra 1984 yılında Atatürk Kültür Merkezi ve Atatürk Araştırma Merkezi adlı iki yeni kurum kurulmuş, bu kurumlar Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu ile birleştirilmişti. Böylece meydana gelmiş Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu adlı kurumun dört biriminden birisi olan Atatürk Kültür Merkezi’ne başkan olarak atandı. Atatürk Kültür Merkezi adına “Erdem” adlı derginin çıkarılmasında büyük emek harcadı. 1993 yılında bu görevden emekli oldu. Henüz emekliliğinin ilk ayında iken 15 Ekim 1993 günü sokakta kalp krizi geçirerek hayatını yitirdi. Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Profesör Doktor Aydın Sayılı Ödülleri
Sayılı, Nicolaus Copernicus üzerine çalışmaları nedeniyle 1973 yılında Polonya hükûmeti tarafından Copernicus Madalyası ile ödüllendirildi. 1977’de Tübitak Hizmet Ödülü, 1981’de İstanbul Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü’ne değer görüldü. 1980’de UNESCO Uluslararası Yazar Editör Komitesi’nee seçilen Sayılı, yaşamboyu verdiği hizmetlerden ötürü 1990’da UNESCO Ödülü’nü aldı.
Çalışmaları Hakkında
Sayılı, çalışmalarıyla Türklerin, İslam Dünyasının, Mısırlıların, Mezopotamyalıların ve diğer çeşitli medeniyetlerin bilime ve batı medeniyetinin oluşumuna yaptığı katkıyı ortaya koymuş bir bilim insanıdır.
Bilimsel çalışmaları sırasında Türkçeye ilgi göstermiş, emek vermiştir. Aydın Sayılı, karşılıkları hiç bulunmamış yabancı sözcüklere ve anlam karışıklıklarına yol açabilen terimlere Türkçe yeni karşılıklar bulup, bunların açıklamalarını yapmıştır. Editörü olduğu “Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe” isimli yayındaki aynı adlı makalesinde Türkçenin gelişimini açıklayan Sayılı, matematik, fizik, felsefe gibi değişik bilgi dallarını ilgilendiren bu çalışmasında, eş anlamlı, yakın anlamlı Türkçe sözcükler türetmiştir.
Sayılı, İslam Dünyasındaki gözlemevlerine ilişkin eseri ile belli başlı gözlemevlerini; bu kurumlarda hizmet vermiş belli başlı astronomları; kullanılan aletler ve söz konusu dönemdeki astronomi çalışmalarını tanıttı. Kahire’de varolduğu kabul edilen el-Mukasem adlı gözlemevinin aslında varolmadığını kanıtladı. Şam’daki Kasiyun Gözlemevi’nin yerini belirledi. İslam’ın dini ibadetleri yerine getirmede astronomiye olan ihtiyacından ötürü gözlemevinin İslam dünyasında ortaya çıkmış bir kurum olduğunu ve Batı dünyasındaki ilk gözlemevlerinin İslam dünyasındaki gözlemevlerini örnek alarak oluşturulduğunu ortaya koydu.
Sayılı, “İslam Dünyasında Hastaneler” başlıklı çalışmasıyla İslam dünyasındaki ilk yedi hastaneyi bilim dünyasına tanıttı. “Hayatta En Hakiki Mürşit İilimdir” adlı eseriyle bilim, bilimsel yöntem, bilim ve teknoloji arasındaki farklar gibi konulara tarihten örnekler vererek değindi. Atatürk’e ait “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vecizesinin ölümsüzlüğünü kanıtlamaya çalıştı. Pek çok eserinde Batı ile Osmanlı arasındaki bilimsel ilişkileri ele aldı; İslam dünyasındaki bilimsel gerilemenin nedenlerini tartıştı. “Mısır ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi, Matematik” adlı eserinde söz konusu uygarlıkların bu konulardaki bilgilerini Klasik Yunan’daki bilgilerle karşılaştırdı. Son çalışmalarında İslam dünyasında Türklerin bilimsel faaliyetinin yeri ve önemi konusuna yoğunlaştı. Ebu Reyhan el Beyruni adlı bilim insanının Türk olduğunu ortaya koydu. Kopernik’în çalışmaları hakkında bir kitap yayımladı. Aristo ve el-Karafi’nin gökkuşağı konusundaki çalışmalarını karşılaştırmalı olarak inceledi. İbn-i Sina ve Newton’un hareket konusundaki açıklamalarının paralelliğini gösterdi.Farabi’nin boşluk hakkında görüşlerinin Batı’ya etkilerini inceledi.
Sayılı, tarih ve edebiyatla da yakından ilgilendi. Bu alanda çalışmalarına örnek olarak 14. yüzyılda kaleme alınmış ve içinde medreseler, dünyevi bilimlerle ilgili bilgiler yer alan Gülşehri’nin Leylek ve Bülbül adlı şiirini Türkçede ilk defa yayınlaması gösterilebilir. Ayrıca 16. yüzyılda yaşamış el-Mensuri’nin İstanbul Gözlemevi hakkındaki şiirleri üzerine bir makale yazmıştır. Osmanlı Sultanı III. Murat zamanında inşa edilmiş ve aynı padişah döneminde yıkılmış olan İstanbul Gözlemevi’nde hiçbir bilimsel çalışma gerçekleştirilmemiş olduğu görüşü kabul görmekte idi ancak Sayılı, bu makalesinde el-Mansuri’nin İstanbul Gözlemevinde 16 gözlemcinin yaşadığı, bir de kütüphanesinin bulunduğuna dair bilgileri ortaya çıkardı.
Türk Lirası üzerindeki portresi
1 Ocak 2009’dan itibaren dolaşıma girmiş olan ₺ 5 banknotlarının arka yüzünde, Aydın Sayılı’nın bir portresi yer almaktadır. Portre, İslam Tarihi Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi tarafından sağlandı[5]. Portrenin sol tarafındaki alanda DNA ve atom sembolleri, güneş sistemi ve el figürleri bulunmaktadır. ₺ 5 ön yüzünde Atatürk resmi vardır.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2020/08/prof-dr-aydin-sayili-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2020-08-11 12:18:192020-08-12 16:40:28Profesör Doktor Aydın Sayılı İlk Bilim Tarihi Doktoru
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı, 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Günü 5 Aralık
Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, 1930’larda, Türkiye’de kadınların siyasi haklarını kazanması için gerekli yasaların çıkarılmasını ifade eder. Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkını elde etmesi; toplumsal hayatta gerçekleşen Atatürk Devrimleri’nden birisidir.
5 Aralık 1934’te Atatürk bir kez daha tüm dünyaya örnek olacak bir karara öncülük etti. Ulu Önder kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkı için harekete geçti. Ve Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle kadınlar, en demokratik haklarına kavuştular. Her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Satıkadın olarak anılan Satı Çırpan, seçimlerde Meclis’e girdi ve Türkiye’nin ilk kadın milletvekillerinden oldu. Ankara milletvekili olarak 1935-1939 yıllarında görev yapan Çırpan, seçilen 18 kadın arasında yer aldı. Türkiye, Fransa ve İtalya’dan 11 İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ülke olarak tarihe geçti.
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü Kutlu Olsun
Dünya Kadın Hakları Günü
Kadın hakları; kadınların erkeklerle eşit bir şekilde sahip olduğu tüm hakları kapsayan bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Aslında tüm dünya olarak bu duruma üzülerek bakmamız gerek çünkü bu hakları kadın hakları veya çocuk hakları gibi özel bir isim altında toplamamız oldukça acınası bir durum. İnsan hakları adı altında zaten tüm dünya insanlarının hakları eşit bir şekilde savunulması gerekiyor. Kadınların ve çocukların haklarının özel bir başlık altında toplanması zaten başlı başına eşit olmayan ve kadını arka plana atan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Maalesef içinde bulunduğumuz kadını geri planda bırakan, ona değer vermeyen erkek egemen toplumlardan ve dünyadan dolayı bu durumun ortaya çıkması sonucuna ve gerekliliğine varılmıştır.
Kadınlara Seçme Seçilme Hakkı
Kadın hakları Batıda nasıl ortaya çıktı öncelikle ona değineceğiz. Rönesans ve Antik Çağ’da kadınların öğretim görmeleri ve topluma karışmaları oldukça kısıtlıydı. Aslında gayet normal olan öğretim görme, çalışma durumları tuhaf bir şekilde kadınlar için alışılagelmiş bir durum değildi. Dinin ve kiliselerin tüm hayatı ele geçirmesiyle kadınların önündeki engeller daha da arttı ve evden çıkmaları bile imkansız hale geldi. Kadını kısıtlayan bu anlayış ve yasalar uzun süre devam etti. Kadınların eğitimi için tarihteki en önemli adımlardan biri Bohemya Kardeşler Cemiyeti’nin piskoposu Jan Amos Comenius olmuştur.
Kadın Hakları Günü
Aydınlanma Çağı ile birlikte eğitim-öğretimde başlanan yeniliklerle kadınların da buraya dahil edilme konusu tartışılmaya başlanmıştır. Bu zamana kadar kadınların eğitim alabildikleri tek alan ev içindeydi. Ev içindeki işlerin öğrenilmesi ve ev ekonomisi gibi bir sınırlama mevcuttu. İlk kadın hareketlerinin başlamasıyla sadece erkeklerin eğitim gördükleri alanlara kadınlar da yavaş yavaş girmeye başladı. Özellikle kadınların üniversite eğitimi alıp almama konusu uzun bir süre tartışılmıştır. Bunun sebebi ise kadınların “fiziksel yapıları” ve “düşünsel yetilerinin” böyle bir eğitim için yeterli olmadığının düşünülmesiydi. 19.yüzyılın sonlarında kadınlar az da olsa eğitim hayatında aktif rol almaya başladılar. Bu dönemde neredeyse bütün Avrupa şehirleri kadını eğitim alanının içine almaya başlamıştır. Bu dönemde kadınların attığı önemli adımlardan bazıları şunlardır: Hınlıley Quımby radyasyon fiziğinin doğmasına yardım etmiş, Gadys Anderson Emerson insan vücudunda vitamin eksikliği hakkında bilgiler toplamış, Dorotlica Rudnick embriyo parçalarını bir yerden başka bir yere nakletme tekniğinde usta bir bilim insanı olmuştur.
Kadınlar Seçme ve Seçilme
Kadınların siyasete katılımları ise Fransız Devrimi sırasında gerçekleşmiştir. 1791’de Kadın Hakları Bildirgesi’nin yayımlanmasıyla kadınlara bu kapı da aralanmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru Fransa’daki kadınlar seçme hakkı talep ederken, İngiltere’de de Kadın Hakları için ilk çıkışlar gerçekleşmiştir. Orta Avrupa ve Akdeniz ülkelerinde ilk talepler 1900’lü yıllardan sonra özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir.
Seçme ve Seçilme Hakkı Gelişimi
Atatürk ve Kadınlar
Kadınlar gündelik hayatta kendilerine hak ettikleri yeri açabilmek için yüzyıllar boyunca çeşitli uğraşlar vermiştir. Çoğu yerde seçme hakları verilmiş fakat seçilme haklarında geç kalınmıştır. Bazı yerlerde ise bu haklar verilip tekrar geri alınmıştır. 19 Eylül 1893 tarihinde Yeni Zelanda’da kadın hakları için yaşanan küçük bir kıvılcımla yaşanan büyük gelişmeler sonucu Yeni Zelanda kadınlara oy kullanma hakkını tanıyan ilk ülke oldu.
İngiliz Kate Sheppard’ın kadınlarla yaptığı gizli toplantılar ülkede kadın hareketlerini alevlendirdi ve gizli toplantılar zamanla halka açıldı ve büyük yankı yarattı. Bu ve daha fazla çalışması sayesinde Kate Sheppard’a kraliyet madalyası verildi ve Yeni Zelanda dolarının üzerine resmi basıldı. Bu tarihten sonra tüm dünyada yavaş yavaş da olsa kadınlara bu haklar tanınmaya başlandı. Kronolojik olarak kadınlara seçme ve seçilme haklarının verildiği tarihleri beraber inceleyelim.
–Finlandiya 1906 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. 1907’de 19 kadın meclise girmiştir.
–Norveç 1903
–Danimarka ve o zaman Danimarka’ya bağlı olan İzlanda da 1915 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır.
–Kanada 1917 yılında seçme, 1920 yılında da seçilme hakkını elde etmişlerdir. Kanada’nın Quebec bölgesi bu hakkı 1940’ta tanımıştır.
–Rusya 1917 yılında
–Avusturya 12 Kasım 1918’de kadınlara seçme hakkı verirken Almanya da onu takip eden günlerde kadınlara seçme ve seçilme haklarını tanımıştır.
–Amerika Birleşik Devletleri’ndee 1920 yılında olan anayasa değişikliğiyle ülke genelinde kadınlara seçme hakkı, Kasım 1920’de ise seçilme hakkı tanınmıştır.
–İtalya ilk defa 1925’de belediye seçimleri için kadınlara seçme hakkı tanıdı. 1946’da kadınlar genel seçimlere katılmaya başladılar.
-Birleşik Krallık tüm kadınlar için seçme hakkını 1928 yılında tanımıştır. 1918 yılından 28’e kadar sadece 30 yaş üstü kadınlar bazı özel durumlarda oy kullanabilmiştir.
–Türkiye’de kadınlar 20 Mart 1930 tarihinde belediye seçimlerinde seçme hakkına sahip oldular. 1933’te muhtar seçme ve köy heyetine getirilme hakkı, 5 Aralık 1934’te yapılan
anayasa değişikliğiyle milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştular. 8 Şubat 1935’te yapılan seçimlere ilk defa katılarak 18 koltuk elde ettiler.
Kadın Hakları taleplerini başlatan bazı olaylar yaşanmıştır. Bunlardan bazıları: sadece erkeklerin işine yarayan ve kadınları göz ardı eden seçim hakkı düzenlemeleri, İngiltere ve Avusturya’da ayrıcalıklı kadınlar için düzenlenmiş seçme hakları yasası, kadınların sadece vatandaşlık haklarının değil politik ve siyasi haklarını da düzenlenmesi ve iyileşmesi için başlatılan kadın hareketleridir.
Kadın Hakları Günü
5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlanmaktadır. Türkiye’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına “Seçme ve Seçilme Hakkı” tanındı. Dünyada ise Olympe de Gouges tarafından Fransız ihtilali sonrasında Meclisin çıkardığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde geçen “insan” sözcüğünün yalnızca erkeği kastetmesi nedeniyle, cevaben 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi`ni yayımladı. İşte 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü için en güzel mesajlar ve sözler
Dünya Kadın Hakları Günü
Mustafa Kemal Atatürk
Dünya Kadın Hakları Günü her yıl 5 Aralık tarihinde kutlanıyor. Bugünde Dünya Kadın Hakları Günü kutlanacak. Türkiye’de kadın cinayetlerinin arttığı bir dönemde, Dünya Kadın Hakları Günü gibi anlamlı günler kadına verdiğimiz değeri daha çok anlamamıza yardımcı olacak. Tüm kadınların Dünya Kadın Hakları Günü kutlu olsun…
Fransa’da 7 Mayıs 1748’de dünyaya gelen Olympe de Gouges, 1789’da Fransız Ulusal Meclisi’nde okunan ve günümüzdeki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin esin kaynaklarından biri olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne karşı, bu metinde geçen “insan” (homme) sözcüğünün yalnızca erkeği kastetmesi nedeniyle 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımlar. Bu insanlık tarihindeki ilk kadın hakları bildirgesidir.
Kadınlar ve Seçim
İlk aşamada desteklediği Fransız Devrimi’nin bilhassa kadınlara yönelik duyarsızlığına karşı devrimin en önemli ismi olan Maximilien Robespierre’e yönelik eleştiriler kaleme alan de Gouges, yazılarındaki üslubunu her geçen an daha da sertleştirir. Nihayetinde devrim sonrasında yaşanan terör ve kaos döneminden kurtulmak için bölünmez bir cumhuriyet, federal bir hükümet ya da anayasal monarşi arasında bir seçim yapılması için halk oylamasına gidilmesini önerdiği bir yazısı nedeniyle 1793 yılının Temmuz ayında tutuklanır.
Tutukluluk sürecinde kendisine avukat tutma hakkı verilmediği için kendi savunmasını kendisi yapan de Gouges, hakkında verilen idam kararını engellemek için hamile olduğunu iddia etse de, yapılan kontrol sonucunda bu iddiasının doğru olmadığının anlaşılması üzerine 3 Kasım 1793’te giyotinle idam edilir. Olympe de Gouges, günümüzde kadın hakları konusunda mücadele veren pek çok isim tarafından öncü biri olarak kabul edilir.
Kadınların Katıldığı İlk Seçim
Türkiye’de ise Kadın Hakları Günü, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde bütün dünya ülkelerinden önce 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına “Seçme ve Seçilme Hakkı” tanındı. 5 Aralık 1934 günü dünyada kadınların yasal olarak milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu ülke sayısı 28, bu hakkın kullanıldığı ülke sayısı ise sadece 17 idi. 5 Aralık 1934’de Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınırken, o dönemde Avrupadaki bazı gelişmiş ülkelerde bile kadınların bu hakkı bulunmuyordu. Seçme ve seçilme hakkına Fransa’da kadınlar 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, Belçika’da 1960 ve İsviçre’de 1971 yılında kavuştular.
TÜRKİYE’DE KADINLARIN KATILDIĞI İLK SEÇİM
Kadınlar siyasal haklarını ilk kez 1930 yılındaki Belediye seçimlerinde kullandılar. Seçimler, Eylül başından Ekim’in 20’sine kadar sürdü. Şehir meclislerine girebilen kadınlar arasında İzmir seçimlerinde Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nın iki kadın adayı olan Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlar ile, İstanbul seçimlerinde CHF adayı olan Rana Sani Yaver (Eminönü),Seniye İsmail Hanım (Beykoz),Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu),Nakiye (Beyoğlu),Latife Bekir (Beyoğlu) Hanımlar vardır.
Bu seçimlerde Artvin ili Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya beldesinde belediye başkanı seçilen Sadiye Hanım, “Türkiye’nin İlk Kadın Belde Belediye Başkanı” olmuş ve bu görevi iki yıl yürütmüştür. Türkiye’nin ilk kadın il belediye başkanı ise çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra seçildi. 3 Eylül 1950 tarihinde yapılan yerel seçimlerde 27 üyesi bulunan Mersin Belediye Meclisine seçilne Müfide İlhan, ilk kadın il belediye başkanı oldu.
KADIN HAKLARI BİLDİRGESİ
Olympe de Gouges tarafından 1791’de yayımlanan “Kadın ve Kadın Yurttaş Kadın Hakları Bildirgesi”nin özeti şu şekilde:
Gouges hazırladığı yeni bildirgeye “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi” ismini verdi. Bildirgede kadınların hukuki, politik ve sosyal alanda erkeklerle eşit kılınması gereği anlatılıyor.
1. Kadın özgür doğar ve yaşamını erkeklerle eşit haklara sahip olarak sürdürür.
2. Her siyasi topluluğun amacı, kadının ve erkeğin doğal ve daimi haklarını korumaktır. Bu haklar özgürlük, güvenlik, mülkiyet ve özellikle baskıya karşı koymaktır.
3. Devletin egemenliği, kadınların ve erkeklerin birliği olan ulustan kaynaklanır.
4. Özgürlük ve adalet, bireylere hakları olanı iade etmektir. Kadınlar doğuştan sahip oldukları haklarını kullanırken erkeklerin tiranlığıyla engellenmektedir. Bu engeller, doğanın ve aklın koyduğu yasalarla kaldırılmalıdır.
5. Doğanın ve aklın koyduğu yasalar, topluma zarar verecek tüm davranışları ortadan kaldırır.
6. Yasa, genel iradenin ifadesi olmalıdır. Bütün kadın ve erkek yurttaşlar bizzat ya da vekilleri aracılığıyla yasaların yapım sürecine katılmalıdır. Yasalar bütün yurttaşlara eşit uygulanmalıdır. Kadın ve erkek yurttaşlar, ayrım yapılmaksızın bütün mevkilere kabul edilmelidir.
7. Kadınlar ayrıcalıklı haklara sahip değildir. Kadınlar erkeklerle birlikte aynı yasalara tabidir.
8. Yasalar sadece zorunlu olan, açık ve kesin cezalar koyar. Kadınlar, suç teşkil eden eylemden önce ve yasalara başvurulmaksızın cezalandırılamaz.
10. Hiç kimse fikirlerinden ötürü mahkum edilemez. Kadın idam sehpasına çıkma hakkına sahip olduğu gibi, konuşma kürsüsüne çıkma hakkına da sahiptir.
11. Düşüncelerini ifade etmek, kadınların en önemli haklarından biridir. Bu özgürlük, babaların çocuklarıyla olan babalık bağlarını güvence altına alır. Her kadın, barbarca bir önyargı yüzünden gerçeği gizlemeye zorlandığında şunu söyleyebilir: “Ben, bana verdiğin çocuğun annesiyim.”
12. Kadınların haklarının güvence altına alınması kadınlara ayrıcalık tanımamalı, herkesin yararına hizmet etmelidir.
13. Devletin idari giderleri için kadınlardan ve erkeklerden eşit katkı talep edilir. Kadınlar üzerlerine düşen bu ödevi yerine getirdikleri için meslek, iş ve mevkilerin paylaşımına da katılırlar.
14. Kadın ve erkek yurttaşlar, bizzat ya da vekilleri aracılığıyla vergilerin zorunlu olup olmadığına karar verme hakkına sahiptir. Kadınlar, erkeklerle eşit vergi ödeme ilkesini ancak vergilerin toplanması ve kullanılması sürecine katkıda bulunmaları durumunda kabul ederler.
15. Kamu harcamalarına erkeklerle birlikte katılan kadınlar, resmi makamlardan mali konularda bilgi alma hakkına sahiptir.
16. Hakların güvence altına alınmadığı ve güçler ayrılığının kabul edilmediği bir toplumun anayasası yoktur. Ulusu oluşturan bireylerin çoğunluğunun yapımına katılmadığı yasa yoktur ve geçersizdir.
17. Birlikte ya da ayrı ayrı, mülkiyet kadının da erkeğin de hakkıdır. Bütün vatandaşlar bu dokunulmaz ve kutsal hakka sahiptir. Yasaların belirlediği kamusal bir zorunluluk bunu açıkça gerektirmediği müddetçe ve önceden belirlenmiş adil bir tazminat ödenmedikçe, hiç kimse ulusun asli miras payından yoksun bırakılamaz.
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/12/kadinlara-secme-secilme-hakki-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2019-12-05 10:56:202019-12-09 13:46:22Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Kadın Hakları Günü
Konstantin, savaş hedefini ‘Ankara’ya diye ilan etmiş ve İngiliz irtibat subaylarını daha şimdiden, Mustafa Kemal’in şehrinde vereceği zafer yemeğine çağırmıştı.
Atina basını, bu istilanın, Büyük İskender’in seferlerine benzediğinden dem vuruyordu. Yunan orduları, bir kez daha, onun yaptığı gibi, ‘Gordion’ düğümünü kesecek ve böylece Asya’da bir imparatorluk kuracaklardı. Gordion tam ilerleyecekleri hat üzerindeydi.
Gordion’un Düğümü
Mustafa Kemal Atatürk
Ancak, Profesör Toynbee’nin söylediği gibi, unuttukları bir şey vardı. İskender, eninde sonunda, kahinin şartını yerine getirememiş, düğümü çözemeyerek kesmek zorunda kalmıştı. Böylece, şimdi Konstantin’in heveslendiği işi, Batı Anadolu’yu krallığına katmak işini başaramamıştı.
Yunan Ordusunu iki ayrı kurmay yönetiyordu. Biri Kralın, Öteki de General Papulas’ın Genelkurmayı. Genelkurmaydaki subaylardan bazıları, Eskişehir’de mevziye girip, Türkleri bir karşı saldırıya zorlamayı daha uygun görüyorlardı.
Ancak Kralın isteği daha üstün çıkmıştı.
Yunan Orduları Ankara Önlerinde
Atatürk’e Saygılarımızla
Yunan Orduları on gün süreyle, karşılarında bir tek düşman görmeden, sonsuz bir bozkırda, alışık oldukları deniz kıyılarından ve yumuşak vadilerden gittikçe uzaklaşıyorlardı.
Havanın kuraklığı, sıcaklığı, bundan önce gördükleri dondan da, kar fırtınalarından da daha kötüydü. Fena halde susuzluk çekiyorlardı. Modern kamyonları, arızalı yollarda parçalanıyor, eşyalarını öküz arabalarıyla, develerle taşımak zorunda kalıyorlardı.
Çarpışmalarda esir düştükleri zaman, ilk işleri, Türklerden ekmek dilenmek oldu. Çıplak ve yaban arazide Sakarya’ya doğru ilerlerken askerlerin nefesi tozdan tıkanıyor, çoğu da yaylanın amansız sıtmasına tutulup saf dışı kalıyordu.
Anadolu yaylasını yararak Karadeniz’e dökülen üç büyük nehirden biri olan Sakarya Ankara önünde bir dirsek çizip tekrar batıya doğru yolunu izlemeye devam eder.
Mustafa Kemal’in Ordusu
Mustafa Kemal’in Ordusu
Mustafa Kemal ve Ordusu, Yunanları burada, ovanın sivri kayalıklarla kesilmiş çıplak ve yaban bir kesiminde bekliyorlardı. Cepheleri güneyde ve kuzeyde iki ırmağa dayanıyor, nehrin kendisi de merkezlerini koruyordu.
Sakarya iki kıyısı iki köprü ile birbirine bağlanmıştı. Türklerin savunma durumu genel olarak iyi sayılırdı.
Mustafa Kemal’in karargahı, bütün bölgeyi görebilen Alagöz Tepesi’nde kurulmuştu. Burası inşaatı yarım kalmış kerpiç bir evdi. Direklerinden örümcek ağları sarkıyordu.
Mustafa Kemal, Osmanlı ordusundan istifasından beri askeri rütbe işaretlerini çıkarmış, Meclis de kendisine bir rütbe vermemiş olduğu için sırtında sadece bir er üniforması vardı.
Kırık kaburga kemiği hala sarılı olduğundan savaşı, at sırtında yönetemiyor, trenden sökülüp getirilmiş bir koltukta oturarak idare ediyordu.
Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi, Ankara’ya yaklaşmış görünüyordu. Türk ordusu da Sakaryanın doğusunda bu canavarın Ankara’yı yutmasına mani olmaya çalışıyordu.
Bon voyage, Messieurs
O Günleri Unutmayın
Halide Edip, Mustafa Kemal’e soruyor; Eğer düşman Ankara’ya bizden önce gider de bizi geride bırakırsa ne yapacaksınız?
Mustafa Kemal; ‘Bon voyage, Messieurs’ ( İyi Yolculuklar) derim. Arkalarından vurarak onları Anadolu’nun bozkırında mahvederim.
Savaş, tam yirmi iki gün, yirmi iki gece sürdü. Bu belkide dünyanın en uzun savaşıydı.
Vahşi ve öldürücü bir çarpışmaydı bu. Türk mevzileri bir kısım tepe üzerinde kurulmuştu. Yunanlar bunlara birbiri arkasına hücum edip almak zorundaydılar.
Oysa Türk piyadesinin çok iyi başardığı, inatçı bir savunma ile karşılaşıyorlardı. Türkler bazı tepeleri tutuyor bazılarını kaybediyorlardı. Ardarda gelen saldırılar Türk birliklerinde insan kaybına neden oluyordu.
Türkler, Yunanların sayı üstünlüğünü gözönünde tutarak kuvvetlerini idareli kullanmak zorundaydılar. Burada Gelibolu’da olduğu gibi yeni silahlanmış binlerce yedek yoktu.
Mustafa Kemal, elindeki kuvvetlerin durumunu, başındaki komutanın ne kıratta bir adam olduğunu en ince ayrıntılarına kadar ezbere bilirdi. Savaş raporlarını okurken en ufak bir yanlış bile gözünden kaçmazdı.
Mustafa Kemal, düşman kuvvetini de kendi birlikleri kadar yakından inceliyordu. Bir istihbarat raporunda Yunanların çok kuvvetli bir yığınak yaptığı, o mevzinin savunulamayacağı söyleniyordu.
Mustafa Kemal, ”Bizim istihbarat yanılıyor, yenilen biz değil düşmandır” dedi.
Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafa vardır
O Günleri Unutmayın
Cephe yüz kilometre uzunluktaydı. Savaşın kritik bir döneminde, kullanılacak taktiği şöyle bildirmişti:
‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terkolunmaz. Her birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat durabildiği ilk noktada, tekrar düşmana karşı cephe kurup savaşmaya devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uymaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar direnmeye mecburdur.”
Mustafa Kemal’in savunma hatları, kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısım en yakın mesafede yeniden kuruluyordu. Yunanlar her ne kadar toprak kazansalarda ilerlemeleri çok yavaştı. On günde toplam beş kilometre ilerlemişlerdi.
Yunanlar Ankara Önlerinde
Ancak Türklerin durumu yine de tehlikeliydi. Yunanlar Türk ordusunu yandan çevirip Ankara’ya doğru yürümeye uğraşıyorlardı.
Türk cephesi, şimdi kendi mihveri üzerinde dönmüştü. Artık kuzeyden güneye değil, doğudan batıya uzanıyordu. Öyle ki, doğu ucundaki Yunan kuvvetleri Ankara’ya Türklerden daha yakındı.
Mustafa Kemal, ” Çal Dağını almadıkları sürece korkulacak bir şey yok” diyordu. ”Ancak alacak olurlarsa, kolayca Haymana’yı işgal edebilir, bizi kapana kıstırabilirler” dedi.
Bir gece Çal Dağ’ın düştüğü, Yunanların Haymana’ya ilerlemeye başladıkları haberi geldi. Karargahta korkunç bir sessizlik. Mustafa Kemal çok üzgündü. Geriye çekilme emri verip vermemekte tereddüt ediyordu.
Türkler burada seksen iki subay dokuz yüz asker kayıp verdiler. Öyle ki, taburlara, teğmenler komuta ediyordu. Bir topçu tümeninin elinde sadece on yedi mermi kalmıştı. Ertesi gün Yunanlar, dağı ele geçirdiler. Yunanlar dağı aldıktan sonra Haymana’ya doğru ilerlemeye başladılar.
Savaşın Dönüm Noktası
O Günleri Unutmayın
Savaş bir dönüm noktasına gelmişti. iki taraf bir an için duraklamışlardı. İkisi de geri çekilmek üzereydiler. Ancak daha uzun dayanan Türkler oldu.
Yunanlar daha ileriye gidemeyecek kadar bitkindiler. Yiyecek ve içecek kıtlığı başlamıştı. Öyle büyük kayıplar vermişlerdi ki, yüz elli kişilik bölükler otuza kadar düşmüştü.
Mustafa Kemal, Yunanları sol kanatta durdurmuş, Ankara’yı kurtarmış ama onları daha Orta Anadolu’dan atması gerekiyordu. Burada karşılarında kendilerinden sayıca ve silahça üstün Yunan birlikleri bulunuyordu.
Türklerin elindeki cephane tükenmek üzereydi. Grup komutanlarından biri ancak tek bir saldırı yapabileceklerini belirtti. Çarpışma sona erince, Mustafa Kemal’e tekmil vererek, ” Komutanım mevziyi ele geçirdik, cephanemiz de tükendi.” dedi.
Genel karargahtaki bütün subaylar, acı kayıplardan söz ediyorlardı. Ama Komutanlarını iyi tanıyan Mustafa kemal, için için güldü ve ”Merak etmeyin durum söylendiği kadar kötü değildir” dedi.
Yunanlar Savunmada
Durum tersine dönmüş Yunanlar, Sakarya’da siper kazmaya başlamışlardı. çarpışma yeniden alevlendi. Sakarya’dan toz ve duman bulutları yükselmekteydi. İnsanlar birbirine giriyordu. Süngü savaşları, kocaman karıncaların yuvaları etrafında kavga etmeleri gibiydi.
Mustafa Kemal, ” Yunanlar cesaretle dövüşüyorlar, kuvvetlerinin geri çekilişini kapatmak için topçuları kendilerini feda ediyor” dedi. Kaburga kemiğinin kırıldığı Karadağ, yarım tümen asker pahasına alınmıştı.
Yunan birliklerinin cesareti gittikçe kırılmaya başlamıştı. Bu sırada Atina’dan genel çekilme emri geldi. Yunanlar, Anadolu yaylasından tersyüz geri dönmeye başlamışlardı. Geçtikleri yerleri yakıp yıkarak Türklerden kaçmaya çalışıyorlardı. Ancak Türkler de onları kovalayamayacak kadar bitkin bir haldeydi.
Konstantin, askeri gücünü aşan bir işe girişmiş fakat Anadolu’ya yenilmişti. İskender’in kördüğümünü çözme hayali de Sakarya üzerindeki köprü ile beraber yıkılmış, düğüm yine çözülememişti.
Yıllar sonra bir ressam, Mustafa Kemal’e Sakarya savaşını gösteren bir tablo hediye etti. Kendisi ön planda yağız bir atın sırtına binmiş olarak görünüyordu. Ressam tebrik beklerken, Mustafa Kemal; ” Bu tabloyu kimseye göstermeyin” dedi.
” Bu savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri bir kemikten ibaretti. Bizim de onlardan geri kalır yanımız yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. ” dedi.
Kaynak: Lord Kinross / Atatürk / Bir Milletin Yeniden Doğuşu
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/11/mustafa-kemal-01.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2019-11-07 15:23:102021-11-12 14:43:58Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 2019
57. Alay, 57. Piyade Alayı, Çanakkale Savaşı sırasında, 15 Nisan 1915’te Anzak Çıkarmasını durdurması ve verdiği büyük kayıplarla efsaneleşmiş bir alaydır.
57. Alay
57. Alay
57. Piyade Alayı Kuruluşu
57. Alay, 57. Piyade Alayı, Çanakkale Savaşı sırasında, 15 Nisan 1915’te Anzak Çıkarmasını durdurması ve verdiği büyük kayıplarla efsaneleşmiş bir alaydır.
57. Piyade Alayı, 19. Piyade Tümenine bağlı üç alaydan biridir. Tekirdağ’ın Yarkışla bölgesinde, 1 Şubat 1915 tarihinde kurulmuştur. Tarihimizin en şanlı birliği olan bu alayın başına kumandan olarak, kahraman Yarbay Hüseyin Avni Bey atanmıştır.
57. Alay, 25 Şubat 1915’te Çanakkale’de bulunan Eceabat’a getirilmiştir. Daha sonra yedek kuvvet olarak Bigali Köyü’ne geçmiş ve 24 Nisan 1915 tarihine kadar, Yarbay Mustafa Kemal ve Binbaşı Hüseyin Avni Bey tarafından sürekli olarak eğitime tabi tutulmuştur.
57. Alay ve Destan Yazılan Çarpışma
57. Piyade Alayı ve Atatürk
Birinci Dünya Savaşının devam ettiği, savaşın en sıcak olduğu dönemde Rusya’da ihtilal çıkmış ve ittifakları olan Fransa ile İngiltere, Rusya’ya yardım götürmek istiyordu. Ancak bu yardımı ulaştırmak pekte mümkün değildi çünkü tam ortada düşmanları olan Almanya bulunuyordu ve bu yolu kullanamazlardı. Geriye bir tek yol kalıyordu oda yardımı boğazlardan göndermek.
Fransa ve İngiltere, İstanbul’u işgal edip, boğazları geçerek yarım götürmeyi ve Osmanlı’yı savaş dışı bırakmayı hedefliyordu. Ancak İstanbul’u ele geçiremeyen düşman kuvvetleri başka bir plan yapmış ve bu plana göre Gelibolu yarımadasına çıkarma yapmayı, boğaz kıyılarındaki tüm Osmanlı ordusu temizleyerek geçeceklerini düşünüyorlardı.
57. Piyade Alayı
Osmanlı donanması da çıkarmayı nereden yapacaklarını ve merkezde mi yoksa kıyıda mı müdahale edileceğini tartışıyordu. Çıkan sonuca göre yerin Saroz Körfezi olacağı ve merkezde durdurulması gerekiyordu.
Fakat yedek kuvvet olarak Bigalı köyünde bulunan 19. Tümen Komutanı, Yarbay Mustafa Kemal, ordudaki görüşten farklı düşünüyordu. Mustafa Kemal’e göre, düşman Arıburnu konumundan çıkarma yapacaktı ve bu çıkarmaya ordu daha kıyıdayken derhal müdahale etmeli ve geri püskürtmeliydi.
Tarihin 25 Nisanı gösterdiği gecede, Bigalı köyünde konumlandırılmış olan 19. Tümen karargahında top ve gemi sesleri duyulmaya başladı. Mustafa Kemal haklı çıkmıştı. Düşman kuvvetleri, tamda tahmin ettiği bölgeden çıkarma yapmaya başlamıştı.
57. Piyade Alayı Şehitliği
Mustafa Kemal derhal durumu üstlerine bildirdi ve kendisine bir tabur asker ile düşmanı karşılama emri verildi. Ancak düşman çok kalabalıktı ve kesinlikle merkeze ilerlemeden kıyıda durdurulmalıydı. Mustafa Kemal bir yanda hızla ilerleyen düşman kuvvetleri, öbür yandan da askerliğin en temel kavramı olan “emir” arasında kalakalmıştı. Milletin istikbali adına bir karar vermesi gerekiyordu ve verdi. Tüm sorumluluğu üstlenerek, emir almadan, 57. alayın tamamına harekat emri verdi.
25 Nisan sabah Mustafa Kemal Conkbayırı’na kadar ilerlemiş ve 57. Alay’ın tamamı arkasından gelmekteydi.
57. Piyade Alayı Komutanlar
Bu sırada düşman kuvvetleri, kıyıda az sayıda bulunan Türk askerini ezerek kıyıya çıkmış ve bölgeye en hakim olan 261 rakımlı tepeye ulaşmıştı. Kıyı bölgesi kaybedilince, askerler kaçmaya başlamış, Conkbayırı’na doğru tırmanmışlardı. Kaçan askerleri gören Mustafa Kemal bu sırada tarihe geçen o konuşmayı yaptı. Kendi ağzından bu olayı şöyle anlatır:
“ – Niçin kaçıyorsunuz? Dedim.
– Efendim düşman…
– Nerede düşman?
– İşte… diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşman bana, benim askerlerimden de yakın. Düşman bulunduğum
yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecek. O zaman bir mantıkla mıdır, yoksa
bir içgüdü ile mi, bilmiyorum, kaçan erlere:
– Düşmandan kaçılmaz, dedim.
– Cephanemiz kalmadı, dediler.
– Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedim ve bağırarak:
– Süngü tak, dedim. Yere yatırdım. Erler yere yatınca düşman da yere yattı.
Kazandığım an, bu andır. Düşman ne yapacağına karar verinceye kadar 57. Alay da
Conkbayırı’na yetişti.”
57. Piyade Alayı
Düşmanın yere yatmasıyla geçen zamanda arkadan gelen 57. Alay askerleri oraya yetişmişti. Mustafa Kemal 57. Alaya taaruz emrini şöyle verdi. “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimizi başka birlik ve komutanlar alacak.”
Daha sonra bölgeye gelen diğer yüzbaşına, büyük bir risk alarak 19. Tümen’in tamamını istediğini söyledi. Böylece 27. Alay da düşmana karşı saldırıya başlamıştı.
25 Nisan 1915’te, Kurban bayramın ilk gününde 57. Alay kendisinden 4-5 kat büyük bir orduya karşı bir kahramanlık mücadelesi verdi ve alayın 3te 2si orada şehit oldu. Binbaşı Hüseyin Avni Bey’de çarpışma sırasında şehit düşmüştü. Gün ağarırken, düşman 261 Rakımlı Tepe’den temizlenmiş, bir milletin kaderi 3000 kahraman asker ile değişmişti.
Daha sonra 57. Alay’ın sağ kalan askerleri Filistin Cephesi’nde görevlendirilmiştir.
57. Alay Sancağı Nerede?
Alay Sancağı
Günümüze kadarki sürede, 57. Alay Sancağı nerede sorusuna dair herhangi bir bilgi sonuca ulaşılamamıştır. Ancak, Türk ordu geleneğinde sancak kutsaldır ve asla yere düşürülmez, düşmana teslim edilmez, bu görüş göz önünde bulundurulduğunda, en son Filistin Cephesinde savaşan Alay’ın İngilizler tarafından esir alınırken, sancağını teslim etmeyerek imha etmiş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğu değerlendirilmektedir.
Bu kahramanların anısına o günden beri Türk Ordusu’nda 57. Alay bulunmamaktadır.
57. Alay şehitliği Çanakkale Gelibolu Yarımadası’nda Kanlısırt’ta bulunmaktadır.
İşte o kahramanlar, hala oradalar hala o tepeyi bekliyorlar!
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2019/04/57-alay-04.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2019-04-26 17:17:232020-11-20 15:25:5957. Alay 57. Piyade Alayı, Çanakkale Savaşı
https://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/11/mustafa-kemal-ataturk-2018-10.jpg500950aristelyoshttps://www.perpalife.com/wp-content/uploads/2018/04/perpa-ticaret-merkezi-logo.pngaristelyos2018-11-12 09:43:582021-11-12 14:45:1310 Kasım 20218 Perpa Atatürk Anma Töreni